İngilizce içindeki your ne anlama geliyor?

İngilizce'deki your kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte your'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki your kelimesi senin, sizin, senin, saygılar, yaşına göre davran, çocuk olma, çocukluk etme, sırt çukuru, aklı başından gitmiş, ne yapacağını bilmeyen, müsait olduğunda, müsait olduğunuzda, emrinize amade, yardıma hazır, sizce mümkün olan en kısa zamanda, sıkıntı, dert, bela, paranın karşılığını verme, gözü önünde, arkasından, en iyi yol, burnunu silmek, başını öne eğmek, soluklanmak, dinlenmek, kararını değiştirmek, öksürmek, kafasını toplamak, boyun tutulması, aklından geçmek, birleştirmek, bitiştirmek, ilgi alanı, zor bir işi olmak, elinden gelenin en iyisini yapmak, tüm yolları denemek, üzerine düşeni yap, görevini yap, üzerine düşeni yap, boşa umutlanma, silah çekmek, maaşını almak, kılıç çekmek, alkolle bastırmak, kafasına sokmak, tıka basa yemek, tadını çıkarmak, hatasını kabul etmek, yavaş yavaş gitmek, seksenli yaşlar, ellili yaşlar, hayal ürünü, hayal mahsulü, çene çalmak, gevezelik etmek, dikkatlice bakmak, dikkatini vermek, kavuşturmak, haberin olsun, bilgin olsun, kırklı yaşlar, büyüklenmek, sinirine dokunmak, aklından çıkarmak, kafasından atmak, ümitlenmek, ümide kapılmak, umutlanmak, umuda kapılmak, öfkelenmek, kızmak, ödediği paranın karşılığını almak, haddini bildirmek, istifasını vermek, ihtar çekmek, fikrini belirtmek, fikrini söylemek, söz vermek, söz vermek, sözünden dönmek, arkasından iş çevirmek, uğraşmak, çabalamak, yolunu değiştirmek, başını döndürmek, Ekselansları, dişlerini sıkmak, katlanmak, utançla başını eğmek, aklı başında olmak, yerinde duramamak, elinin altında olmak, göz koymak, izlemek, amaçlamak, amaçlamak, canına yetmek, -e doymak, yorulmak, aklı havalarda olmak, aklı bir karış havada olmak, fikrini açıklamak, fikrini söylemek, ilgisini/merakını çekmek, yerinde kalmak, kornaya basmak, Sayın Hakim, Sayın Yargıç, başınız sağ olsun, özür dilerim, hayatının baharında, daha sonra, yüzüne karşı, ellilerinde, kırklarında, kırklı yaşlarında, elinde/sorumluluğunda olmak, sence/sizce, kendince, yerine, altmışlarında, altmışlı yaşlarında, canlılık, dirilik anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

your kelimesinin anlamı

senin

adjective (possessive: belonging to you)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Is that your dog?
Bu sizin arabanız mı?

sizin

pronoun (informal (members of a group) (grup)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Your average teenager isn't interested in the stock market.

senin

pronoun (possessive: belonging to you)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Is this umbrella yours?

saygılar

adverb (formula used to end letter) (mektup sonunda)

Ellen, please write to me as soon as you can. Yours, Maddy.

yaşına göre davran, çocuk olma, çocukluk etme

interjection (informal (stop behaving immaturely)

Fred should start acting his age.

sırt çukuru

noun (curve of lower back)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
In this yoga pose, tuck your right arm behind the arch of your back.

aklı başından gitmiş

adjective (upset, frustrated)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Kathy was at her wit's end with worry when her son failed to come home from school.

ne yapacağını bilmeyen

adjective (unable to find a solution)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Having spent three hours unsuccessfully trying to fix the photocopier, Dave was at his wit's end.

müsait olduğunda, müsait olduğunuzda

expression (formal (when it suits you)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Please return my books at your convenience.

emrinize amade

adverb (available for your use)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I'll leave the computer at your disposal.

yardıma hazır

adverb (person: available to serve you)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Once I finish this work I will be at your disposal.

sizce mümkün olan en kısa zamanda

expression (as soon as it is possible for you)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Please respond at your earliest convenience. Please call me back at your earliest convenience.

sıkıntı, dert, bela

noun (figurative (source of annoyance)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
My computer's crashed again; technology is the bane of my life!

paranın karşılığını verme

noun (US, slang (value for money)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This computer is last year's model, but it has great bang for your buck.

gözü önünde

adverb (right in front of you)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
His father was murdered right before his eyes.

arkasından

expression (figurative, informal (without [sb]'s knowledge) (birisinin)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She often told lies about him behind his back.

en iyi yol

noun (informal, figurative (most promising option)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Your best bet would be to contact the organisers directly and ask if they still have tickets.

burnunu silmek

verbal expression (expel mucus)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Please blow your nose instead of sniffing.

başını öne eğmek

transitive verb (lower: your head)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The parishioners bowed their heads in prayer.

soluklanmak

verbal expression (pause to breathe)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I had to take 20 flights of stairs. It took me several minutes to catch my breath.

dinlenmek

verbal expression (figurative (take a break) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Now that we're done with most of the rush jobs, we can catch our breath.

kararını değiştirmek

verbal expression (reverse your decision)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I changed my mind and decided to go to the party after all.

öksürmek

verbal expression (cough before speaking) (konuşmadan önce)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The butler respectfully cleared his throat.

kafasını toplamak

verbal expression (figurative (compose yourself) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He collected his thoughts before he started speaking.

boyun tutulması

noun (neck cramp)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I've had a crick in my neck all day because I slept in an awkward position.

aklından geçmek

verbal expression (occur to you, enter your thoughts)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Don't tell me a wicked thought has never crossed your mind.

birleştirmek, bitiştirmek

transitive verb (form cup shape: with hands) (el, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He cupped his hands to catch and drink water from the fountain.

ilgi alanı

verbal expression (figurative, informal (area of interest or liking) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This is the sort of book that is exactly my cup of tea. Particle physics is not my cup of tea.

zor bir işi olmak

verbal expression (informal, figurative (have a hard task ahead)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The house Joe and Maggie have bought needs a lot of renovation; they certainly have their work cut out for them.

elinden gelenin en iyisini yapmak

verbal expression (try your hardest)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Just do your best. That's all anybody could ask.

tüm yolları denemek

verbal expression (try your hardest to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Fred did his best to give up smoking, but couldn't keep it up.

üzerine düşeni yap

verbal expression (informal (contribute)

During the war, everyone felt that they had to do their bit for the country.

görevini yap

verbal expression (fulfil responsibilities)

You should do your duty as a responsible citizen of this country.

üzerine düşeni yap

verbal expression (mainly US (contribute, participate)

Martha did her part to make the event a success.

boşa umutlanma

interjection (informal ([sth] is unlikely to happen soon)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Neil promised that he would have everything ready; don't hold your breath, though!

silah çekmek

verbal expression (pull out a firearm)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The insistent sound of the snake's rattle caused him to draw his gun as a precaution.

maaşını almak

verbal expression (receive wage)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The workers drew their pay at the end of each week.

kılıç çekmek

verbal expression (pull out blade)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When the soldier heard the insult, he drew his sword.

alkolle bastırmak

verbal expression (figurative (drink to forget) (üzüntüyü, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sally was in the bar drowning her sorrows after a bad day at work.

kafasına sokmak

verbal expression (instill by repetition)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Our father, a clever but uneducated man, always drummed into our heads the importance of a good education.

tıka basa yemek

verbal expression (eat until full)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Everybody ate their fill at the buffet lunch.

tadını çıkarmak

interjection (slang, figurative (be envious)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ronaldo, eat your heart out! Worcester City striker Sean Geddes has just scored a sensational goal.

hatasını kabul etmek

verbal expression (figurative (admit you are wrong)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A fine performance by Bale made his doubters eat their words.

yavaş yavaş gitmek

verbal expression (go slowly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The climber edged his way along the narrow ledge in the cliff face.

seksenli yaşlar

plural noun (age: 80-89 years)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
Dr. Peters is in his eighties, but he is still very active.

ellili yaşlar

plural noun (age: 50-59 years)

My mother told me that her fifties were the happiest time of her life.

hayal ürünü, hayal mahsulü

noun ([sth] imagined)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The monster isn't real; it's a figment of the imagination.

çene çalmak, gevezelik etmek

verbal expression (slang (talk a lot) (argo)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Jared had been flapping his gums for over an hour and his friends were starting to get bored.

dikkatlice bakmak, dikkatini vermek

verbal expression (train eyes on)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Shaun focused his eyes on the target and threw his dart.

kavuşturmak

transitive verb (hands, arms: clasp or cross) (el, kol)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Cindy sat quietly, with her hands folded in her lap.

haberin olsun, bilgin olsun

adverb (so that you know)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
For your information, this is a genuine designer purse.

kırklı yaşlar

plural noun (age: 40-49 years)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
Once you reach your forties, your perspective changes.

büyüklenmek

verbal expression (figurative, informal (act morally superior)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I know you think I'm wrong but there's no need to get on your high horse about it.

sinirine dokunmak

verbal expression (informal (irritate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Her husband's constant grumbling was starting to get on Olga's nerves.

aklından çıkarmak, kafasından atmak

verbal expression (stop thinking about [sth]) (birşeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I know it was a tough breakup, but you need to get it out of your mind.

ümitlenmek, ümide kapılmak, umutlanmak, umuda kapılmak

verbal expression (informal (be optimistic)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't get your hopes up: our chances of winning are slim.

öfkelenmek, kızmak

verbal expression (US, informal, potentially offensive (get angry)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

ödediği paranın karşılığını almak

verbal expression (get good value)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When buying a computer, you need to do your research if you want to get your money's worth.

haddini bildirmek

verbal expression (scold harshly) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

istifasını vermek

(quit job)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He gave notice because he was tired of being treated like a slave.

ihtar çekmek

(to a landlord)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

fikrini belirtmek, fikrini söylemek

verbal expression (US, figurative (offer opinion)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

söz vermek

verbal expression (promise)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He'll be here! He gave his word!

söz vermek

verbal expression (promise)

Rachel had given her word that she would lend me the money.

sözünden dönmek

verbal expression (not keep a promise)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Janice went back on her word to help me with the cooking.

arkasından iş çevirmek

verbal expression (figurative, informal (act without [sb]'s knowledge) (birisinin)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't go behind her back; if you think she's wrong, tell her directly.

uğraşmak, çabalamak

verbal expression (figurative (make effort)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't go out of your way to bring me the book: I don't need it today. She went out of her way to help me.

yolunu değiştirmek

verbal expression (take detour)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It is the best bakery in town, and it is worth going out of your way to get your bread there.

başını döndürmek

verbal expression (figurative, slang (make egotistical) (şöhret, zenginlik, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
His one hit record went to his head, and now he is impossible to live with.

Ekselansları

noun (usually capitalized (title) (hitap)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
His Grace appeared at the king's court last week.

dişlerini sıkmak

verbal expression (clamp jaw shut)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dog gritted its teeth.

katlanmak

verbal expression (figurative (endure [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Bill had no choice but to grit his teeth and put up with the situation.

utançla başını eğmek

verbal expression (in shame)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The defendant hung his head as the judge pronounced his sentence.

aklı başında olmak

verbal expression (figurative (be sensible) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't mind him dating my daughter. That boy has a good head on his shoulders.

yerinde duramamak

verbal expression (figurative, slang (fidget)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She has ants in her pants, that girl. She never sits still!

elinin altında olmak

verbal expression (have [sth] available)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you don't have a car at your disposal, getting a job is very difficult.

göz koymak

verbal expression (want)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've got my eye on a little yellow handbag I saw in a shop window.

izlemek

verbal expression (watch)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've got my eye on you, young man. So behave!

amaçlamak

verbal expression (aim, intend)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The company has an eye on future expansion into overseas markets.

amaçlamak

verbal expression (aim, intend)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I keep working this job, but I have my eye on going back to college.

canına yetmek

verbal expression (figurative, informal (reach your limit) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Do stop complaining--I've had my fill now!

-e doymak

verbal expression (figurative, informal (have enough of [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He had his fill of conversation for the day and went home.

yorulmak

verbal expression (figurative, informal (tire of doing [sth]) (bir şeyi yapmaktan)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Elaine has had her fill of tidying up after her flatmates.

aklı havalarda olmak, aklı bir karış havada olmak

verbal expression (figurative (be a dreamer)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That boy is smart, but he will never amount to much because he has his head in the clouds.

fikrini açıklamak, fikrini söylemek

verbal expression (informal (give your opinion)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She had her say, and she left before we could respond. Let Oscar speak, then you can have your say.

ilgisini/merakını çekmek

verbal expression (stay interesting)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Speakers need to select stimulating topics to hold the listeners interest.

yerinde kalmak

verbal expression (stay in place)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Just hold your position till I arrive.

kornaya basmak

verbal expression (sound car horn)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Honk the horn if he doesn’t start moving.

Sayın Hakim, Sayın Yargıç

noun (US (judge)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We find him guilty, Your Honour.

başınız sağ olsun

interjection (formal (condolences)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
I'm sorry for your loss; your father will be missed by all who knew him.

özür dilerim

verbal expression (sorry, excuse me)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
I beg your pardon, I didn't realise my chair was on your coat.

hayatının baharında

expression (when you are healthiest, happiest)

daha sonra

adverb (connector: subsequently)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
John gave me the book and I, in turn, gave it to Sandy.

yüzüne karşı

interjection (US, figurative, slang (defiance)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
You thought I couldn't win? Well, I did! In your face!

ellilerinde

adjective (aged 50-59)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
My dad was only in his fifties when he retired. Police want to talk to a man in his fifties, who was seen near the scene of the crime.

kırklarında

adjective (aged 40-49)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Her skin's so clear and smooth; you'd never guess she was in her forties.

kırklı yaşlarında

adverb (at age 40-49)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
In his forties, my dad started losing his hair.

elinde/sorumluluğunda olmak

adverb (under your control)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've done all I can with this project: it's in your hands now.

sence/sizce

adverb (according to you)

In your opinion, are people in this area open-minded?

kendince

adverb (with your own style)

Don't copy your classmates: the important thing is to do it in your own way. You're beautiful in your own way!

yerine

adverb (if I were you)

In your place, I would be just as confused.

altmışlarında

adjective (aged 60-69)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
My father was only in his sixties when he died of cancer. The suspect is a woman in her sixties.

altmışlı yaşlarında

adverb (at age 60-69)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Marie Curie died in 1934, in her sixties.

canlılık, dirilik

plural noun (figurative, informal (creativity, vitality)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Linda liked to listen to music to help her get the juices flowing when she was writing.

İngilizce öğrenelim

Artık your'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

your ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.