İngilizce içindeki do ne anlama geliyor?

İngilizce'deki do kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte do'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki do kelimesi görev/iş yapmak, işle meşgul olmak, yaratmak, yapmak, yapmak, halletmek, (olarak) çalışmak, iş yapmak, becermek, yapmak, üstesinden gelmek, ilerlemek, ilerleme kaydetmek, -musun, musunuz, (olumsuz cümle kurmak için fiile eklenir) -mem, -miyorum, gerçekten, hakikaten, eğlenti, do, saç modeli, yetmek, yeterli olmak, gereksinimi karşılamak, kâfi olmak, davranmak, hareket etmek, olmak, yeterli olmak, yetmek, yaptığı gibi yapmak, üretmek, neden olmak, sebep olmak, çalışmak, hazırlamak, çaba sarfetmek, çaba göstermek, sahnelemek, pişirmek, yapmak, yapmak, yazmak, katetmek, dekore etmek, dekorasyon yapmak, gitmek, yolculuk etmek, harekete geçmek, kullanmak, yapmak, yapmasını istemek, güvenmek, yapabilmek, edebilmek, -ebilmek, -abilmek, yapmak üzere olmak, arzulamak, istemek, uyarmak, tavsiye etmek, parası olmak, göze almak, riske girmek, tereddütlü, rıza göstermek, niyetinde olmak, izin vermek, müsaade etmek, sebep olmak, neden olmak, imkan sağlamak, izin verin, müsaade edin, ummak, beklemek, istekli olmak, hevesli olmak, istemek, talep etmek, izlenimi vermek, izlenimi uyandırmak, planlamak, ayarlamak, kendini sıkmak, istemek, rica etmek, amaçlamak, gaye edinmek, amaç edinmek, razı olmak, kabul etmek, görev vermek, görevlendirmek, -i denemek, -e teşebbüs etmek, izin vermek, bekârlığa veda partisi, bekarlığa veda partisi, üstelemek, izni olmak, itilmek, -e hazır olmak, gerekli olmak, istekli olmak, işaret etmek, işaretle çağırmak, el etmek, yalvarmak, -e başlamak, gerektirmek, yalvarmak, teklif vermek, söylemek, zahmete girmek, zahmet etmek, istekli, büyük ihtimalle, büyük olasılıkla, muhakkak, ikna etmek, tabii, (birşeyi) yapmadan edememek, istemek, hevesli olmak, özenli, -e yol açmak, uyarmak, mutlaka yapmak, yetkili olmak, istemek, talep etmek, emretmek, karar vermek, iddia etmek, eğitmek, öğretmek, eğitmek, ikna etmek, razı etmek, bir araya gelmek, geri dönmek, emretmek, mecbur, zorlamak, mecbur etmek, -e tenezzül etmek, şartlandırmak, entrika çevirmek, dolap çevirmek, kabul etmek, birlikte planlamak, zorlamak, zorlanmış, memnun, devam etmek, becermek, ikna etmek, taahhüt etmek, işaret, adetten olan, cesaret etmek, cesaret etmek, cesareti olmak, cüret etmek, meydan okumak, kafa tutmak, karar vermek, reddetmek, -e meydan okumak, görevlendirmek, talep etmek, istemek, güvenmek, önerilen, can atmak, kısmetinde olmak, -e karar vermek, kesin kararlı anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

do kelimesinin anlamı

görev/iş yapmak, işle meşgul olmak

transitive verb (fill your time with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
What are you doing this afternoon? When Peter retired, he didn't know what to do all day.

yaratmak, yapmak

transitive verb (create, make) (bir şeyi)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
As an artist, he did fabulous things with scrap metal. What a lovely painting; did you do it?

yapmak, halletmek

transitive verb (carry out, attend to: task, job)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I'll do the dishes, since you cooked.
Yemeği sen pişirdin, bulaşıkları da ben hallederim.

(olarak) çalışmak, iş yapmak

transitive verb (work as [sth] for a living)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
What do you do for a living? George's mother is a bus driver; I don't know what his father does.

becermek, yapmak, üstesinden gelmek

intransitive verb (informal (fare, manage)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
How are you doing on that project? It looks as though you're doing well with your homework.

ilerlemek, ilerleme kaydetmek

intransitive verb (informal (progress)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
How are your kids doing in school? I didn't do well at school.

-musun, musunuz

auxiliary verb (used to form question) (soru cümlesi)

Do you have a pen? Do you know where the dog is?

(olumsuz cümle kurmak için fiile eklenir) -mem, -miyorum

auxiliary verb (used to form negative)

I do not know.
Bilmiyorum.

gerçekten, hakikaten

auxiliary verb (used for emphasis) (vurgu amaçlı)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I do love you, honestly!

eğlenti

noun (informal (event)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Jane bought a red dress for the big do.

do

noun (first note of musical scale) (müzik)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The teacher sang 'do, re, mi' and then the children joined her.

saç modeli

noun (abbreviation, informal (hairdo)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Sarah's work colleagues all admired her new do.

yetmek, yeterli olmak, gereksinimi karşılamak, kâfi olmak

intransitive verb (informal (be satisfactory)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Will this do for you, or should I work on it some more?
Bu senin için yeterli mi yoksa üzerinde daha mı çok çalışayım?

davranmak, hareket etmek

intransitive verb (behave)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Do as I say, not as I do.

olmak

intransitive verb (informal (be in a stated condition) (bir durumda)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Is she doing any better than yesterday?

yeterli olmak, yetmek

intransitive verb (suffice)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Will decaf do, or should I go out and get some real coffee?

yaptığı gibi yapmak

intransitive verb (used in place of an earlier verb)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We see things as you do.

üretmek

transitive verb (informal (produce)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The dressmaker could do six dresses in a day.

neden olmak, sebep olmak

transitive verb (cause an effect)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Drugs can do a lot of harm.

çalışmak

transitive verb (informal (study)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We haven't done trigonometry yet.

hazırlamak

transitive verb (informal (prepare)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I'll do the drinks; you just keep everyone entertained.

çaba sarfetmek, çaba göstermek

transitive verb (make effort)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It doesn't matter if you pass the exam or not; just do your best.

sahnelemek

transitive verb (theatre: present, perform)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We're doing Hamlet next. That comedian does a great stand-up routine.

pişirmek

transitive verb (informal (cook)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I'm going to do a roast this weekend.

yapmak

transitive verb (have custom of)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We don't do that sort of thing here.

yapmak

transitive verb (informal (appearance: prepare) (makyaj, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Sally spends an hour every day doing her makeup, hair, and nails.

yazmak

transitive verb (informal (write)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
His next idea is to do a book on the history of Wimbledon.

katetmek

transitive verb (traverse, cover)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We did five hundred miles in two days.

dekore etmek, dekorasyon yapmak

transitive verb (informal (decorate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They did the baby's bedroom in yellow, just in case.

gitmek

transitive verb (informal (travel at a given speed) (belli bir hızla)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They were doing thirty miles an hour when the other car struck them.

yolculuk etmek

transitive verb (informal (travel, sightsee)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We're going to do the Riviera this summer.

harekete geçmek

transitive verb (act, take action)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Don't just sit there, do something!

kullanmak

transitive verb (informal (drugs: take) (uyuşturucu, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You're acting really strangely; have you been doing drugs?

yapmak

(cause effect on) (etki, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That rugby game has done a lot of damage to the grass.

yapmasını istemek

phrasal verb, transitive, inseparable (request that [sb] do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The union called on the workers to support a strike.

güvenmek

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (trust, rely on)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You can count on her to be on time.

yapabilmek, edebilmek

expression (capable of doing) (bir şeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The only people able to afford to buy a house in this area are millionaires.

-ebilmek, -abilmek

verbal expression (can, have the ability to do)

Claire wasn't able to reach the jar on the top shelf.

yapmak üzere olmak

verbal expression (on the point of doing) (bir şeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was just about to step into the bath when the doorbell rang.
Tam banyoya girmek üzereydim ki kapı çaldı.

arzulamak, istemek

verbal expression (yearn, long to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When it's this cold, I ache to go to the Bahamas.

uyarmak

verbal expression (warn [sb] about doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The judge admonished the witness to tell the truth.

tavsiye etmek

verbal expression (counsel [sb] to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I advised him to eat before the flight.

parası olmak

verbal expression (have enough money) (birşey için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Now that I'm unemployed I can't afford to go on holiday.

göze almak

verbal expression (figurative (be able to do) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The army cannot afford to fight on two fronts at once.

riske girmek

verbal expression (figurative (risk) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He can't afford to let her speak badly of him.

tereddütlü

adjective (hesitant)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I'm afraid to jump from the bridge into the river.

rıza göstermek

verbal expression (consent)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Olivia's parents agreed to let her go to the party.

niyetinde olmak

verbal expression (figurative (intend, aspire)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When I play, I aim to win.

izin vermek, müsaade etmek

transitive verb (let: [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Will your parents allow you to go to the dance?
Annen ve baban dansa gitmene izin verecekler mi?

sebep olmak, neden olmak

transitive verb (enable by neglect)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
By not applying the handbrake, he allowed the car to roll down the hill.

imkan sağlamak

verbal expression (make possible to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The new tramline will allow residents of this neighbourhood to reach the city centre in just ten minutes.

izin verin, müsaade edin

interjection (offer)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
Miss, allow me to open the door.

ummak, beklemek

verbal expression (expect)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The doctor anticipated the results of the blood work to arrive on Tuesday, but they were delayed.

istekli olmak, hevesli olmak

verbal expression (be eager)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The avid fans were anxious to meet their favorite author.

istemek, talep etmek

verbal expression (ask)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The Senator appealed to his fellow legislators to vote for more aid to the poor.

izlenimi vermek, izlenimi uyandırmak

verbal expression (seem to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jenny appears to know what she's doing.

planlamak

verbal expression (schedule)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I haven't seen you in a very long time. We should arrange to do something.

ayarlamak

verbal expression (make preparations)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They arranged for a babysitter to take care of the children.
Çocukları için bir bakıcı ayarladı.

kendini sıkmak

verbal expression (UK, vulgar, slang (willing to make effort)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The story's quite good so far, but I don't think I can be arsed to read the whole thing.

istemek, rica etmek

verbal expression (request that [sb] do [sth]) (birisinden bir şey)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My sister asked me to pass the salt.

amaçlamak, gaye edinmek, amaç edinmek

verbal expression (aim to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I aspire to master at least one foreign language.

razı olmak, kabul etmek

verbal expression (consent, agree to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She said that she had never assented to marry the man.

görev vermek, görevlendirmek

verbal expression (charge with a task)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They assigned Cheri to bake cookies for the luncheon.

-i denemek, -e teşebbüs etmek

transitive verb (try)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I will attempt to talk to him on Monday.
Onunla Pazartesi günü konuşmayı deneyeceğim.

izin vermek

verbal expression (permit officially to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Marla authorized her assistant to file the papers with the city.

bekârlığa veda partisi

noun (party for a husband-to-be) (erkekler için)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Bachelor parties tend to be wild and crazy. // We're going to a nightclub for Simon's stag do.

bekarlığa veda partisi

noun (party for a wife-to-be) (kadınlar için)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

üstelemek

verbal expression (pester to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My children badgered me into taking them to the playground.

izni olmak

verbal expression (have permission to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you do not have your passport, you will not be allowed to enter the country. Once they had finished their exams, the students were allowed to leave.

itilmek

verbal expression (be prompted) (bir şeyi yapmaya)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We were led to believe that the chemical was not dangerous, but it turned out to be highly toxic.

-e hazır olmak

verbal expression (be ready to: do [sth])

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
We were all set to leave, but Ann made us wait while she looked for her cell phone.

gerekli olmak

verbal expression (be supposed to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Students, you're to arrive at 8:00 so that we can take a group photo.

istekli olmak

transitive verb (agree freely to)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I'm willing to finish the report myself, but you'll have to give me more time.

işaret etmek, işaretle çağırmak, el etmek

verbal expression (call, summon to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The king beckoned his servant to bring him a drink.

yalvarmak

verbal expression (plead with [sb] to do [sth]) (bir şey için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She begged her parents to buy her the toy.

-e başlamak

(start: to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The water began to boil in the pan.

gerektirmek

verbal expression (be right or necessary)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
It behooves me to acknowledge the debt I owe to my precedessor in this role.

yalvarmak

verbal expression (literary (beg with [sb] to do) (bir şey için birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The thief beseeched the king to spare him execution.

teklif vermek

(offer services)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Three construction companies are bidding for the prestigious contract.

söylemek

transitive verb (formal, dated (direct, command) (yapmasını)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When your mother bids you tidy your room, do so.

zahmete girmek, zahmet etmek

verbal expression (make an effort)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He didn't bother to answer the email.
Epostayı cevaplama zahmetine girmedi.

istekli

adjective (informal (willing to make effort)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I'm trying to decide whether I can be bothered to get up today.

büyük ihtimalle, büyük olasılıkla

adjective (figurative (more than likely to do [sth]) (mecazlı)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
You left your wallet on the table; someone was bound to steal it.

muhakkak

preposition (informal (likely or certain to)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
That boy is so reckless, he's bound to end up in jail. The vase that was balanced on the edge of the table fell off, which was bound to happen.

ikna etmek

verbal expression (persuade [sb])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Her speech brought us to accept her point of view.

tabii

interjection (informal (certainly)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
“Could you move those chairs and tables for me, please?” - “Can do!”

(birşeyi) yapmadan edememek

verbal expression (find unavoidable)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I cannot help but notice the enormous coffee stain on the front of your white blouse.

istemek, hevesli olmak

verbal expression (be inclined)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't really care to play golf today.
Bugün golf oynamak istemiyorum.

özenli

adjective (making sure to do [sth])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He is careful about locking the doors before he goes out.

-e yol açmak

transitive verb (prompt)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The cat ran out into the road, causing Ellen to swerve and crash the car.

uyarmak

(warn) (birisini bir konuda)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The teacher cautioned her students not to talk to strangers.

mutlaka yapmak

expression (bound, sure to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Lisa is certain to pass her exams. She's been studying so hard.

yetkili olmak

expression (person: qualified) (kişi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Maddy is certified to teach English.

istemek, talep etmek

transitive verb (demand)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I challenge you to tell the truth!

emretmek

verbal expression (order)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I charge you to look after the house properly while I am away.

karar vermek

verbal expression (decide, prefer)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He chose to become an architect.
Mimar olmaya karar verdi.

iddia etmek

verbal expression (achievement: assert)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This paint brand claims to cover a larger area than that rival brand.

eğitmek

verbal expression (sports: teach [sb]) (spor)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Bill coached the boys to pass the ball better.

öğretmek, eğitmek

verbal expression (teach, assist)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The father coached the mother to breathe as she delivered the baby.

ikna etmek, razı etmek

verbal expression (persuade, entice to do)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
They coaxed me to join them for the weekend.

bir araya gelmek

verbal expression (unite to have an effect) (bir şey yapmak için)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Poverty and physical disability combined to make life challenging for Wendy.

geri dönmek

verbal expression (return in order to do [sth]) (bir şeyi yapmak için)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Ava left home at 18, but came back ten years later to care for her mother.

emretmek

verbal expression (order to do)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The general commanded the troops to attack.

mecbur

adjective (obliged)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Rita was committed to speak at the conference that morning.

zorlamak, mecbur etmek

transitive verb (force: [sb]) (birisini bir şeyi yapmaya)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The threat of being fired compelled Tricia to tell the truth about what she saw.

-e tenezzül etmek

verbal expression (do [sth] demeaning)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I would never condescend to plagiarize from other sources.

şartlandırmak

transitive verb (brainwash, affect behaviour) (birisini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Politicians are conditioning the people to accept the policy.
Politikacılar halkı politik kararlara destek vermeye şartlandırıyorlar.

entrika çevirmek, dolap çevirmek

verbal expression (conspire, plot to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The executives connived to overthrow the CEO of the company.

kabul etmek

verbal expression (agree to do [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Ross consented to take a lie detector test.

birlikte planlamak

verbal expression (plot together)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The three conspired to steal the famous painting.

zorlamak

verbal expression (force, restrict [sb])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I would love to work abroad, but my family responsibilities constrain me to stay in this country.

zorlanmış

adjective (forced to do [sth])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Ann felt constrained to come to the party even though she didn't want to.

memnun

adjective (satisfied)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
She was content to hear about his promotion.

devam etmek

verbal expression (carry on) (bir şey yapmaya)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After retirement, Jane continued to work as a supply teacher.

becermek

verbal expression (find a way, arrange to do [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
They somehow contrived to arrive hours earlier than we did.

ikna etmek

transitive verb (influence to act) (bir şey yapmaya)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
A letter from his mother convinced him to come home after years abroad.

taahhüt etmek

transitive verb (formal (promise: in a contract)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The Employer covenants to pay the Contractor the stipulated sum.

işaret

noun (signal, prompt to action)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
When the hostess yawns, that is the cue for her guests to leave.

adetten olan

expression (normal procedure)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It is customary to tip 10-15% of the bill at restaurants.

cesaret etmek

verbal expression (be brave enough)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Not one of them dared to ride on the ghost train.

cesaret etmek, cesareti olmak

verbal expression (be bold enough)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you dare to dream, anything is possible.

cüret etmek

verbal expression (be impudent enough)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I wouldn't dare to enter his office without knocking.

meydan okumak, kafa tutmak

verbal expression (challenge)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I dared him to repeat the insult to my face.

karar vermek

(resolve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Lucy decided to do something about her messy hair.

reddetmek

verbal expression (refuse to do)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I don't know why John has still got a job when he declines to do any work!

-e meydan okumak

transitive verb (challenge)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I defy you to tell the difference between these two products.

görevlendirmek

transitive verb (person: appoint) (birisini)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The Swedish government delegated a minister to represent them at the event in London.

talep etmek, istemek

verbal expression (insist on doing [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I demand to see the manager!

güvenmek

verbal expression (rely on [sb] doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I depend on Barbara to drive me to the hospital each week.

önerilen

adjective (course of action: recommended)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It might be desirable to clear up this mess before you make any more.

can atmak

adjective (person: urgently wishing to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gerald is desperate to find a job.

kısmetinde olmak

adjective (certain to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This talented young man is destined to make a name for himself in the music business.

-e karar vermek

verbal expression (resolve to do)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It was then that Julia determined to swim the English Channel.

kesin kararlı

adjective (firmly resolved to)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Robert is determined to finish his work by Friday.

İngilizce öğrenelim

Artık do'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

do ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.