İngilizce içindeki doing ne anlama geliyor?
İngilizce'deki doing kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte doing'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki doing kelimesi yapma, çaba, işler, görev/iş yapmak, işle meşgul olmak, yaratmak, yapmak, yapmak, halletmek, (olarak) çalışmak, iş yapmak, becermek, yapmak, üstesinden gelmek, ilerlemek, ilerleme kaydetmek, -musun, musunuz, (olumsuz cümle kurmak için fiile eklenir) -mem, -miyorum, gerçekten, hakikaten, eğlenti, do, saç modeli, yetmek, yeterli olmak, gereksinimi karşılamak, kâfi olmak, davranmak, hareket etmek, olmak, yeterli olmak, yetmek, yaptığı gibi yapmak, üretmek, neden olmak, sebep olmak, çalışmak, hazırlamak, çaba sarfetmek, çaba göstermek, sahnelemek, pişirmek, yapmak, yapmak, yazmak, katetmek, dekore etmek, dekorasyon yapmak, gitmek, yolculuk etmek, harekete geçmek, kullanmak, yapmak, caymak, korkup vazgeçmek, azarlamak, paylamak, dalmış, suçlamak, suçlamak, usta, işinin ehli, azarlamak, çekinmek, endişeli, çok düşünmek, yardım etmek, ile karşılaştırılabilir, istekli, kızgın olmak, öfkeli olmak, ummak, af dilemek, özür dilemek, gibi görünmek, gibi gözükmek, yardım etmek, yardım etmek, kaçınmak, üstelemek, reddetmek, yasaklamak, men etmek, bitirmek, artık yapmak zorunda olmamak, alışkın olmak, alışık olmak, daha iyi olmak, daha üstün olmak, başlamak, aldatmak, kandırmak, savunmak, kararlı, kandırmak, övünmek, övünerek anlatmak, iddia etmek, zahmet, beynini yıkamak, zorlamak, yapmaya zorlamak, yaparak, ikna etmek, yapmadan edememek, becerisi olmak, özenli, devam etmek, enselemek, göze almak, ile suçlanmak, azarlamak, ikna etmek, zorlamak, başlamak, kendini adamış, telafi etmek, kandırmak, kabul etmek, tebrikler, -i planlamak, farkında olmak, dikkatli olmak, aklından geçirmek, -e dayanmak, engellemek, üzerinde düşünmek, memnun, devam etmek, dengeyi sağlamak, uygun, kandırmak, karar vermek, kararlaştırmak, aleyhte karar vermek, kandırmak, ayırmak, adanmış, adanmış, zevk almak, kandırmak, kendini kandırmak, -e bağlı olmak, vazgeçmek, bırakmak, ümidini kaybetmek, umudunu yitirmek, iş üstünde yakalamak, gözünü korkutmak, adamak, vazgeçirmek, kararından döndürmek, iyi olmak, iyileşmek, istekli, set çekmek, korkmak, dehşete kapılmak, arzulamak, arzu etmek, aklından geçirmek, kaçınmak, ayartmak, sonuçta yapmak, hevesli, kandırmak, ayartmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
doing kelimesinin anlamı
yapmanoun (act) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The doing of the deed requires more effort than just talking about it. İşi yapmak sadece konuşmaktan çok daha fazla çaba gerektirir. |
çabanoun (informal (effort) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This project is going to take some doing. |
işlerplural noun (informal (activities) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) He's always talking about the doings of his neighbours. |
görev/iş yapmak, işle meşgul olmaktransitive verb (fill your time with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) What are you doing this afternoon? When Peter retired, he didn't know what to do all day. |
yaratmak, yapmaktransitive verb (create, make) (bir şeyi) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) As an artist, he did fabulous things with scrap metal. What a lovely painting; did you do it? |
yapmak, halletmektransitive verb (carry out, attend to: task, job) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'll do the dishes, since you cooked. Yemeği sen pişirdin, bulaşıkları da ben hallederim. |
(olarak) çalışmak, iş yapmaktransitive verb (work as [sth] for a living) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) What do you do for a living? George's mother is a bus driver; I don't know what his father does. |
becermek, yapmak, üstesinden gelmekintransitive verb (informal (fare, manage) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) How are you doing on that project? It looks as though you're doing well with your homework. |
ilerlemek, ilerleme kaydetmekintransitive verb (informal (progress) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) How are your kids doing in school? I didn't do well at school. |
-musun, musunuzauxiliary verb (used to form question) (soru cümlesi) Do you have a pen? Do you know where the dog is? |
(olumsuz cümle kurmak için fiile eklenir) -mem, -miyorumauxiliary verb (used to form negative) I do not know. Bilmiyorum. |
gerçekten, hakikatenauxiliary verb (used for emphasis) (vurgu amaçlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I do love you, honestly! |
eğlentinoun (informal (event) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Jane bought a red dress for the big do. |
donoun (first note of musical scale) (müzik) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The teacher sang 'do, re, mi' and then the children joined her. |
saç modelinoun (abbreviation, informal (hairdo) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Sarah's work colleagues all admired her new do. |
yetmek, yeterli olmak, gereksinimi karşılamak, kâfi olmakintransitive verb (informal (be satisfactory) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Will this do for you, or should I work on it some more? Bu senin için yeterli mi yoksa üzerinde daha mı çok çalışayım? |
davranmak, hareket etmekintransitive verb (behave) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Do as I say, not as I do. |
olmakintransitive verb (informal (be in a stated condition) (bir durumda) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Is she doing any better than yesterday? |
yeterli olmak, yetmekintransitive verb (suffice) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Will decaf do, or should I go out and get some real coffee? |
yaptığı gibi yapmakintransitive verb (used in place of an earlier verb) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We see things as you do. |
üretmektransitive verb (informal (produce) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The dressmaker could do six dresses in a day. |
neden olmak, sebep olmaktransitive verb (cause an effect) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Drugs can do a lot of harm. |
çalışmaktransitive verb (informal (study) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We haven't done trigonometry yet. |
hazırlamaktransitive verb (informal (prepare) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'll do the drinks; you just keep everyone entertained. |
çaba sarfetmek, çaba göstermektransitive verb (make effort) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It doesn't matter if you pass the exam or not; just do your best. |
sahnelemektransitive verb (theatre: present, perform) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We're doing Hamlet next. That comedian does a great stand-up routine. |
pişirmektransitive verb (informal (cook) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'm going to do a roast this weekend. |
yapmaktransitive verb (have custom of) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We don't do that sort of thing here. |
yapmaktransitive verb (informal (appearance: prepare) (makyaj, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Sally spends an hour every day doing her makeup, hair, and nails. |
yazmaktransitive verb (informal (write) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) His next idea is to do a book on the history of Wimbledon. |
katetmektransitive verb (traverse, cover) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We did five hundred miles in two days. |
dekore etmek, dekorasyon yapmaktransitive verb (informal (decorate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They did the baby's bedroom in yellow, just in case. |
gitmektransitive verb (informal (travel at a given speed) (belli bir hızla) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They were doing thirty miles an hour when the other car struck them. |
yolculuk etmektransitive verb (informal (travel, sightsee) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We're going to do the Riviera this summer. |
harekete geçmektransitive verb (act, take action) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Don't just sit there, do something! |
kullanmaktransitive verb (informal (drugs: take) (uyuşturucu, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You're acting really strangely; have you been doing drugs? |
yapmak(cause effect on) (etki, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That rugby game has done a lot of damage to the grass. |
caymak(withdraw from) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sue backed out of helping us paint the house. |
korkup vazgeçmekphrasal verb, transitive, inseparable (slang (not be brave enough) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
azarlamak, paylamakphrasal verb, transitive, separable (US, informal (scold) (gayri resmi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My boss dressed me down for being rude to the client. |
dalmış(figurative (person: engrossed in) (işe, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Fiona was absorbed in painting a portrait. |
suçlamakverbal expression (blame for doing) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) They accused me of not setting aside enough time. |
suçlamakverbal expression (law: charge with a crime) (hukuk) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He's accused of embezzling thousands of pounds. |
usta, işinin ehliadjective (skilled) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She's very adept at helping people develop their strengths. |
azarlamakverbal expression (reprimand for doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The teacher admonished the student for being late to class yet again. |
çekinmekadjective (scared to do [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Joanne is afraid of trying new things in case she fails. |
endişeliadjective (worried about [sth] happening) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Sam was afraid of losing his job. Ayşe işini kaybedeceğinden endişeli. |
çok düşünmekverbal expression (struggle with decision) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The tickets were expensive, so I agonized over going on the trip for months. Biletler pahalıydı, onun için bu yolculuğa çıkıp çıkmamayı çok düşündüm. |
yardım etmekverbal expression (help) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Rosa aided her brother in starting his business. Her parents' financial contribution aided Joy in buying the house. |
ile karşılaştırılabiliradjective (comparable to doing [sth]) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Wearing these new shoes is akin to walking on a cloud. |
istekliexpression (willing to do) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Ben is amenable to changing the date of the party. |
kızgın olmak, öfkeli olmakexpression (cross with [sb]) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I am angry with my sister for taking my book. |
ummakverbal expression (expect to do) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I never anticipated retiring at age 59. |
af dilemek, özür dilemekverbal expression (say sorry to [sb] for doing [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Jane apologized to me for calling me a liar. |
gibi görünmek, gibi gözükmekverbal expression ([sth]: seem) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The rain appears to be easing off. |
yardım etmekverbal expression (participate, help with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A passerby assisted in giving the woman medical attention. |
yardım etmekverbal expression (help to do) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Naomi's cousins assisted her in making preparations for the wedding. |
kaçınmaktransitive verb (not do [sth]) (bir şeyi yapmaktan) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Ruth has avoided speaking to Chris since yesterday morning. |
üstelemekverbal expression (pester to do [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My children badgered me into taking them to the playground. |
reddetmekverbal expression (refuse to go on or do) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The passenger balked at having to change seats because of the train company's error with her booking. |
yasaklamakverbal expression (often passive (prohibit) (birisinin bir şey yapmasını) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Students are banned from chewing gum in class at this school. |
men etmek(often passive (exclude, ban from doing [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The judge barred Lewis from driving for a year. |
bitirmekverbal expression (informal (have finished doing [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'm done stacking the shelves; what should I do next? |
artık yapmak zorunda olmamakverbal expression (informal (have finished [sth] undesirable) (bir şeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm a college graduate now; I'm done with waiting on tables! |
alışkın olmak, alışık olmakverbal expression (accustomed to doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm used to skipping lunch because I'm always so busy. |
daha iyi olmak, daha üstün olmaktransitive verb (slang (be preferable) (bir şeyden) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Playing in a band as a professional musician beats doing a boring office job. Sitting here in the coffee shop with you sure beats working! |
başlamaktransitive verb (start: doing) (bir şeyi yapmaya) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) In any discussion, Wendy is always first to begin disagreeing. |
aldatmak, kandırmakverbal expression (deceive) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) In Greek mythology, the gods beguiled Heracles into killing his own family. |
savunmakverbal expression (advocate doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I believe in giving to charities that keep their administrative costs to a minimum. |
kararlıadjective (be determined to do [sth]) (bir şeyi yapmaya) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) That cousin of yours is bent on doing as much damage as he can. |
kandırmakverbal expression (deceive, fool) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Steve bluffed Joe into doing the laundry all week. |
övünmekverbal expression (speak proudly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She always boasts of having the largest house in the street. |
övünerek anlatmakverbal expression (speak proudly about achieving [sth]) (başarı, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Marcus often boasts about running the Boston Marathon last year. |
iddia etmekverbal expression (claim to have done [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He boasted of once catching the biggest trout ever recorded. |
zahmetnoun (effort) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Is applying for a permit really worth the bother? |
beynini yıkamak(indoctrinate into doing) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The cult brainwashed Brian into leaving his family. |
zorlamakverbal expression (force using threats) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) A group of older girls bullied Lea into handing over her lunch money. |
yapmaya zorlamakverbal expression (US, figurative, informal (accost, force to do) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The interviewer buttonholed me into making comments I later regretted. |
yaparakadverb (informal (by practising, on the job) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I've never been great at tests and exams: learn best by doing. |
ikna etmekverbal expression (coax, persuade) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Ron cajoled his parents into allowing him to borrow their car. ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Geçirdiği ağır rahatsızlıktan sonra, Murat'ı sigarayı bırakmaya ikna etmek çok da zor olmadı. |
yapmadan edememekverbal expression (feel compelled to do [sth]) (bir şeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I can't help wondering if she really knows what she's doing. |
becerisi olmakexpression (able to do [sth]) (bir şeye) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My little boy isn't capable of tying his own shoelaces yet. |
özenliadjective (making sure to do [sth]) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He is careful about locking the doors before he goes out. |
devam etmekverbal expression (continue doing) (bir şeyi yapmaya) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The teacher ignored Jake's question and carried on talking. |
enselemektransitive verb (discover unexpectedly) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Alice caught her boyfriend eating cookies in the middle of the night. |
göze almaktransitive verb (risk) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I need to leave early. I can't chance missing the plane. |
ile suçlanmakverbal expression (with crime) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Tom is charged with robbery. |
azarlamakverbal expression (reprimand [sb] for doing [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The boss chastised me for speaking out. |
ikna etmekverbal expression (persuade, entice into doing) (birisini bir şey yapmaya) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Jessica tried to coax her daughter into eating the oatmeal. |
zorlamaktransitive verb (force, compel) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The government was coerced into accepting the treaty. |
başlamakverbal expression (formal (begin an activity, action) (bir şeyi yapmaya) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) As soon as the music started, the crowd commenced dancing. |
kendini adamışadjective (person: dedicated to doing) (bir işe) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Rachel is committed to bettering the lives of animals. |
telafi etmek(make amends) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He booked a table at her favourite restaurant to compensate for forgetting their wedding anniversary. |
kandırmakverbal expression (informal (trick [sb] into doing [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) My friends conned me into going to see a musical. |
kabul etmekverbal expression (admit doing [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Jim confessed to making a mess in the office kitchen. |
tebriklerinterjection (expressing joy for [sb]'s success) (başarı) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Congratulations on winning the marathon! |
-i planlamakverbal expression (conspire, plot to do [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Critics say the government is conniving at preventing social mobility. |
farkında olmakverbal expression (aware of your actions) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We make judgements about people all the time without being conscious of doing so. |
dikkatli olmakverbal expression (mindful of your actions) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Be conscious of how you step, because the rocks are slippery. |
aklından geçirmekverbal expression (think about doing [sth]) (bir şey yapmayı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Henry is considering taking up a sport. |
-e dayanmakverbal expression (dated (have as main feature) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Religion consists in believing in a deity. |
engellemekverbal expression (hold [sb] back legally) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The contract constrained the author from hiring a new agent. |
üzerinde düşünmektransitive verb (consider a course of action) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Brenda contemplated getting a guard dog. |
memnunadjective (satisfied) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She was content to hear about his promotion. |
devam etmekverbal expression (carry on) (bir şey yapmaya) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) After retirement, Jane continued to work as a supply teacher. |
dengeyi sağlamaktransitive verb (figurative (provide a balance with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We counterweighted the negative aspects of the deal by offering plenty of freebies. |
uygunadjective (informal, figurative (person: able, suited) (bir işi yapmaya) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Some people aren't cut out for dealing with the public. |
kandırmakverbal expression (fool into doing) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The positive feedback I was getting from my boss deceived me into thinking I would get the promotion. |
karar vermek, kararlaştırmak(opt for) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They decided on a cruise for their holiday. |
aleyhte karar vermekverbal expression (choose not to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I decided against going on holiday this year, since I had just lost my job. |
kandırmakverbal expression (trick into doing) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The enemy decoyed the fighter pilots into shooting at unarmed missiles. |
ayırmak(devote) (zamanını, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I'm going to dedicate my weekend to finishing a speech I'm writing. |
adanmışexpression (devoted to one task) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) My evenings are dedicated to practising the piano. |
adanmışexpression (person: committed to a task) (bir işe) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Harry is a conscientious employee, dedicated to doing his best. |
zevk almakverbal expression (enjoy doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The children delight in tormenting their babysitter. |
kandırmakverbal expression (mislead into doing [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Don't let the politicians delude you into thinking that the proposal is in the best interest of the country. |
kendini kandırmakverbal expression (think, believe, etc. mistakenly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Don't delude yourself into thinking that your life would be better in another city. |
-e bağlı olmakverbal expression (necessitate doing) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Getting a driving licence depends upon passing the written and practical examinations. |
vazgeçmek, bırakmakverbal expression (stop doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The court ordered the company to desist from trading completely. |
ümidini kaybetmek, umudunu yitirmekverbal expression (lose hope of doing [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I despair of ever making Julie see my point of view. |
iş üstünde yakalamakverbal expression (catch [sb] in the act of) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I couldn't understand why I kept losing, then I detected my partner cheating. |
gözünü korkutmakverbal expression (discourage from doing) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The large dog deterred trespassers from entering the property. |
adamakverbal expression (put all your energy into) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) After his wife's death from cancer, he devoted himself to fundraising for cancer charities. |
vazgeçirmekverbal expression (dissuade) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Jane did her best to discourage her friend from drinking too much. |
kararından döndürmektransitive verb (persuade [sb] against doing [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Please dissuade him from taking that rash course of action. |
iyi olmakverbal expression (thrive) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sarah and Jim are pleased to announce the arrival of their daughter Grace. Both mother and baby are doing well. |
iyileşmekverbal expression (recover) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A month after her car accident, Mary is doing well. |
istekliexpression (slang (keen to do [sth]) (bir şeyi yapmaya) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Sure, I'm down for going hiking this weekend. |
set çekmekverbal expression (figurative, informal (set a limit or restriction) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I went out for a few beers, but I drew the line at doing shots. |
korkmak, dehşete kapılmakverbal expression (feel daunted by doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I always dread giving speeches. |
arzulamak, arzu etmek(figurative (aspire) (mecazlı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Many teenagers dream of becoming pop stars, but few have the talent to make it happen. |
aklından geçirmekverbal expression (figurative (conceive) (mecazlı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) They wouldn't dream of going to Paris without seeing Michel! |
kaçınmakverbal expression (informal, figurative (avoid obligation) (sorumluluktan, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He always tries to duck out of talking to my parents. |
ayartmakverbal expression (deceive, trick [sb] into doing [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They duped me into thinking I would get the cheque today. |
sonuçta yapmakverbal expression (eventually have to do) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Julia turned Larry down, so he ended up going to the prom by himself. |
hevesliexpression (excited to do [sth]) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Tony's very enthusiastic about starting college. |
kandırmak, ayartmakverbal expression (persuade to do) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Ann tried to entice her boss to close the office early on Fridays. |
İngilizce öğrenelim
Artık doing'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
doing ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.