İngilizce içindeki eye ne anlama geliyor?
İngilizce'deki eye kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte eye'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki eye kelimesi göz, görüş, merkez, orta, merkez, halka, iğne deliği, patates çukuru, cıvata deliği, çiçek gözü, dedektif, hafiye, gören gözler, bakmak, süzmek, morluk, kötü şöhret, gözünü bile kırpmamak, tam isabet, göze çarpmak, güzel, göz yormayan, çekici kimse, göz rengi, göz teması, göz doktoru, göz farı, aynı fikirde, hemzemin, dikkat çekici, şaşırtıcı haber, sabah içilen alkollü içki, göz damlası, görgü tanığı, görgü şahidi, rehber köpek, göz koymak, izlemek, amaçlamak, amaçlamak, gözü üzerinde olmak, dikkatli olmak, göz kalemi, Londra Gözü, gözünü dikip bakmak, gözlerinin içine bakmak, özel dedektif, özel hafiye, halkın gözünün önü, antrikot, hemfikir olmak, işler, vb. göründüğü gibi değil/bu işin içinde başka bir iş var, görmezden gelmek, çıplak göz, bakıp gözetme/dikkatle izleme, niyetiyle anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
eye kelimesinin anlamı
göznoun (organ of sight) (görme organı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She had beautiful green eyes. Güzel yeşil gözleri vardı. |
görüşnoun (figurative (sight) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He has an exceptional eye, and can read the smallest print. |
merkez, ortanoun (figurative (centre) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She always likes to be right in the eye of things. |
merkeznoun (figurative (storm, hurricane: centre) (kasırga, fırtına) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The eye of the hurricane was clearly defined. |
halkanoun (circle, loop) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You need to hook these on the metal eyes hanging from the ceiling. |
iğne deliğinoun (hole in a needle) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I used to put threads through the eyes of needles for my mother. |
patates çukurunoun (on a potato) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You need to peel the potatoes and remove all the eyes as well. |
cıvata deliğinoun (of a bolt) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The eye of this bolt is blocked up with grease. |
çiçek gözünoun (on a flower) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The eye of the daisy is yellow. |
dedektif, hafiyenoun (detective) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The private eye usually worked on divorce cases. |
gören gözlerplural noun (figurative (guide for the blind) (mecazlı) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) The dog worked as the blind man's eyes. |
bakmak, süzmektransitive verb (look at) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He eyed her across the room, making her nervous. |
morluknoun (bruising around the eye) (gözün etrafındaki) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He had a black eye after the fight. |
kötü şöhretnoun (figurative (bad reputation) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The company suffered a black eye when the police charged its chairman with fraud. |
gözünü bile kırpmamakverbal expression (figurative, informal (not react to) (tepki göstermemek) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Joshua is so rich, he doesn't blink at paying $800 for a wristwatch. |
tam isabetnoun (darts, archery: centre of target) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) John threw a dart, which hit the bull's eye. |
göze çarpmakverbal expression (be noticeable) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The bold designs and bright colours of these dresses really catch the eye. |
güzeladjective (informal, figurative (good looking) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I don't know who she is but she's very easy on the eyes. |
göz yormayanadjective (not tiring to look at) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Staring at the television for a long period of time is not easy on the eyes. |
çekici kimsenoun (slang ([sb], [sth] attractive) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There was some very nice eye candy at the party last night. |
göz renginoun (color of the irises) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
göz temasınoun (looking into [sb]'s eyes) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Eye contact is important when communicating with others. |
göz doktorunoun (ophthalmologist) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
göz farınoun (make-up for the eyelids) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She was wearing far too much eye shadow. My wife always takes forever to put on her eye shadow! |
aynı fikirdeadverb (figurative (in agreement) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) My parents aren't always eye to eye on politics. |
hemzeminadverb (on the same level) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
dikkat çekiciadjective (attractive, grabbing the attention) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) That shirt's a very eye-catching colour. His sports car is very eye-catching. |
şaşırtıcı habernoun (figurative, informal ([sth] surprising or revelatory) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The talk was a real eye-opener. I learnt lots of new things. |
sabah içilen alkollü içkinoun (US, informal (alcoholic drink in morning) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Pete poured himself an eye-opener as soon as he got out of bed. |
göz damlasıplural noun (medication dropped into the eye) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) If your eyes get too dry, use some eyedrops. |
görgü tanığı, görgü şahidinoun (person who has seen a crime) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Two eyewitnesses were called to testify during the trial. |
rehber köpeknoun (blind person's assistance dog) (görme engelliler için) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Labradors have traditionally been used as guide dogs. |
göz koymakverbal expression (want) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I've got my eye on a little yellow handbag I saw in a shop window. |
izlemekverbal expression (watch) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I've got my eye on you, young man. So behave! |
amaçlamakverbal expression (aim, intend) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The company has an eye on future expansion into overseas markets. |
amaçlamakverbal expression (aim, intend) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I keep working this job, but I have my eye on going back to college. |
gözü üzerinde olmakverbal expression (informal (watch carefully) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When cooking soufflés, you need to keep an eye on them so they don't fall. |
dikkatli olmaktransitive verb (informal (remain vigilant for) (bir şeye karşı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It's important to keep an eye out for dangerous snakes in the bush. Keep an eye out for a parking spot. |
göz kaleminoun (eye liner) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Rachel put some fresh eye liner on. |
Londra Gözünoun (London's big wheel) (Londra'daki büyük dönme dolap) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
gözünü dikip bakmakverbal expression (look directly at) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
gözlerinin içine bakmakverbal expression (not feel ashamed) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Can you look me in the eye and tell me you didn't cheat on the test? |
özel dedektif, özel hafiyenoun (informal (privately-hired detective) (gündelik dil) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Thompson hired a private eye to find out if his wife was having an affair. |
halkın gözünün önünoun (figurative (attention of the general public) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The children of politicians grow up in the public eye. |
antrikotnoun (cut of beef: steak) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
hemfikir olmakverbal expression (figurative (agree) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We don't always see eye to eye. |
işler, vb. göründüğü gibi değil/bu işin içinde başka bir iş varexpression (This is not what it seems.) The carpet's wet – there's more to this than meets the eye. |
görmezden gelmekverbal expression (figurative (pretend not to see [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I knew exactly what she was up to but decided to turn a blind eye. |
çıplak göznoun (normal powers of vision) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) After they reach age 40, people may no longer see small details with the unaided eye. You cannot see the animal life in this water sample with an unaided eye. |
bakıp gözetme/dikkatle izlemenoun (attention, vigilance) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Sue kept a watchful eye as the children played on the seashore. |
niyetiyleexpression (in the hope of) She dressed in her best clothes with an eye to making him notice her. |
İngilizce öğrenelim
Artık eye'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
eye ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.