İngilizce içindeki turned ne anlama geliyor?

İngilizce'deki turned kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte turned'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki turned kelimesi çevrilmek, dönmek, dönmek, dönmek, sapmak, -e dönmek, döndürmek, dönmek, dönemeç, dönüş, dönüş, devir, çevirme, fırsat, sıra, değişim, sarım, dönme, dönüp durma, çeviriş, yön, değişim, bükme, tarz, stil, kısa gezinti, değişme, kötüleşme, kötüye gitme, kötülük, şok, alım satım, abartı, pozisyon değiştirme, dönüştürmek, ekşimek, dönüşmek, rota belirlemek, yol belirlemek, yön değiştirmek, rota değiştirmek, posizyon değiştirmek, kıvrılmak, dönüşmek, haline gelmek, dikkatini çevirmek, -e dönmek, çevirmek, şekil vermek, şekillendirmek, yapmak, üzmek, aklını çelmek, renk değiştirmek, dönmek, satmak, elde etmek, kıvırmak, yaşına girmek, yaşına basmak, işlemek, hoş bir üslupla yazmak, saf değiştirtmek, atmak, basmak, burkmak, dönüştürmek, haline getirmek, tercüme etmek, çevirmek, düzeltmek, teslim etmek, geriye dönmek, yüzünü çevirmek, ayrılmak, gözlerini kaçırmak, gözlerini kaçırmak, reddetmek, geri dönmek, reddetmek, kısmak, kısmak, yüz çevirmek, polise vermek, yatmaya gitmek, teslim etmek, dönmek, dönmek, iğrendirmek, açmak, tahrik etmek, saldırmak, hazır bulunmak, sonuçlanmak, kapatmak, üretmek, boşaltmak, kovmak, dönmek, kazanmak, düşünüp taşınmak, yardım istemek, başvurmak, gelmek, bulunmak, keskin viraj, sırayla, sırayla, daha sonra, yasak, yardım isteyecek kimsesi olmamak/çaresiz kalmak, denemek, değişmek, görmezden gelmek, -e düşman olmak, düşman etmek, arkaya dönmek, etrafında dönmek, çevresinde dönmek, etrafında dönmek, çevresinde dönmek, vazgeçmek, geri döndürmek, içeri sokmamak, içeri almamak, geçmişe geri dönmek/zamanı tersine çevirmek, geçmişe geri dönmek/zamanı tersine çevirmek, kıvırmak, sola dönmek, anlatım tarzı/üslup, yeni yüzyılın başlangıcı, kapatmak, nefret ettirmek, ışığı açmak, dışa döndürmek, doğru çıkmak, döndürmek, teslim etmek, kızarmak, kızarmak, sağa dönmek, sıvışmak, tüymek, toz olmak, karşılıkta bulunmamak, külahları değişmek, akıntıyı tersine çevirmek, olayların akışını tersine çevirmek, açmak, kıvrık paça, sürpriz, baş aşağı çevirmek, altını üstüne getirmek, alt üst etmek, sırt çevirmek, sırtını dönmek, cinsel istek uyandıran şey, merak uyandıran şey, yol sapağı, itici şey, katılım oranı, seçmen katılımı, u dönüşü, çarketme, sırasını beklemek anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

turned kelimesinin anlamı

çevrilmek

intransitive verb (rotate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The man's head turned and he spotted me.

dönmek

intransitive verb (rotate on an axis) (bir eksen etrafında)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
It is amazing how the world keeps on turning.

dönmek

intransitive verb (revolve) (üzerinde, etrafında)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Vinyl records turn on a turntable.
Plaklar, pikaptaki döner tabla üzerinde dönmektedir.

dönmek, sapmak

intransitive verb (right or left) (sağa veya sola)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
At the end of the block, turn left.
Caddenin sonuna gelince sola dön (or: sap).

-e dönmek

(move to face: a direction)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Everyone, turn to your screens. Please turn to the right to see the monument.

döndürmek

transitive verb (change position of, rotate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He turned the vase to make it face the room.

dönmek

(become)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The leaves turned to mush underfoot.

dönemeç

noun (bend, curve in a road)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The road made a sharp turn to the left.

dönüş

noun (change of direction) (yön değişikliği)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The car shook off its pursuers with a sudden turn to the right.

dönüş

noun (rotation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A few turns of the handle of the vice will give you a good grip.

devir

noun (revolution)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Every turn of the wheel provides power to the mill.

çevirme

noun (page: flip) (sayfa)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The novel was over in a turn of the page.

fırsat

noun (figurative (opportunity, change) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This is a fortunate turn, which I am not going to waste.

sıra

noun (game: go) (oyun, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It is your turn, so roll the dice.
Sıra sende, haydi zarı at.

değişim

noun (figurative (time, date: change) (zaman, tarih, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
That car is from the turn of the century.

sarım

noun (single winding)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Another turn and the coil should be all wrapped around the reel.

dönme, dönüp durma

noun (change of position) (yatakta, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
For all her turns, she just couldn't get comfortable.

çeviriş

noun (turned position)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A turn of that vase would allow us to see the pattern.

yön

noun (trend, direction)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A turn in the conversation to political issues caught Dan's interest.

değişim

noun (figurative (modification) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The forecast is warning of a turn in the weather next week.

bükme

noun (twist)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Another two turns of the cable around the pole should be enough.

tarz, stil

noun (figurative (style) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The stylist gave the dress a modern turn.

kısa gezinti

noun (short trip)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A turn around the block will give us a break from work.

değişme

noun (shift)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Another strange turn in our lives was when Grandma started seeing fairies at the bottom of the garden.

kötüleşme, kötüye gitme

noun (informal, figurative (period of illness) (hastalık)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The turn left him weak and disoriented.

kötülük

noun (informal (service or disservice)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
His former partner did him a bad turn.

şok

noun (informal, dated (fright, shock)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It was such a turn to see Bill when we all thought he was dead.

alım satım

noun (finance: purchase and sale) (finans)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The trader lives on quick turns of volatile equities.

abartı

noun (music: embellishment)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
You are inserting too many turns. Try to keep it simple.

pozisyon değiştirme

noun (military drill: change of position) (askeri)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The squad executed a turn.

dönüştürmek

verbal expression (change shape) (bir şeyden başka şeye)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
With exercise, she turned herself from a couch potato into a honed running machine.

ekşimek

intransitive verb (sour, ferment) (süt, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The milk has turned.

dönüşmek

intransitive verb (change, become [sth] new)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The leaves have all turned.

rota belirlemek, yol belirlemek

intransitive verb (set a course)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We will be heading north after we turn.

yön değiştirmek, rota değiştirmek

intransitive verb (change course)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The boat is starting to turn.

posizyon değiştirmek

intransitive verb (change position)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She is constantly turning in bed.

kıvrılmak

intransitive verb (bend, curve)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The road turned.

dönüşmek

(become)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
She turned into a fine young woman.

haline gelmek

(change form)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The caterpillar will turn into a butterfly.

dikkatini çevirmek

(direct attention toward)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let's turn to the agenda for next week's meeting.

-e dönmek

(enter by turning)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
At the end of the road, turn into the driveway.

çevirmek

transitive verb (flip)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She turned the paper so that he couldn't see what was written on it.

şekil vermek, şekillendirmek

transitive verb (shape)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
That sculptor turns wood beautifully.

yapmak

transitive verb (execute, finish)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
You should be able to turn this job in two hours.

üzmek

transitive verb (upset)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
His words turned her, and she began to cry.

aklını çelmek

transitive verb (influence)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Are you trying to turn me to your point of view?

renk değiştirmek

transitive verb (change colour)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In autumn, the leaves turned brown.

dönmek

transitive verb (change temperature)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The day turned hot.

satmak

transitive verb (sell)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We can turn thirty cases of that item this week.

elde etmek

transitive verb (profit: earn) (kazanç, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Our business hopes to turn a profit.

kıvırmak

transitive verb (twist)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Turn the threads to make a rope.

yaşına girmek, yaşına basmak

transitive verb (pass: a time)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's just turned twelve.

işlemek

transitive verb (shape on a lathe) (torna tezgahında)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The carpenter turned four table legs.

hoş bir üslupla yazmak

transitive verb (phrase well)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Shakespeare knew how to turn a phrase.

saf değiştirtmek

transitive verb (slang (cause to change allegiance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A foreign government turned one of our agents.

atmak

transitive verb (gymnastics: do, perform) (takla, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Marla turned somersaults across the lawn.

basmak

transitive verb (reach an age) (yaş)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My great-grandmother turned 99 last week.

burkmak

transitive verb (ankle: twist)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I turned my ankle hurrying down some steps.

dönüştürmek

(transform)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
You turn my sadness to joy.

haline getirmek

(render)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The brewer turns the grain and hops into beer.

tercüme etmek, çevirmek

(translate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Please turn the English into French.

düzeltmek

phrasal verb, transitive, separable (figurative (transform, reform)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
My sister has turned her life around.

teslim etmek

phrasal verb, transitive, separable (figurative (provide or do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The factory turns orders around within a week. The translator turned the project around in three days.

geriye dönmek

phrasal verb, intransitive (face opposite way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Vicky turned away and counted to fifty while the rest of us hid.

yüzünü çevirmek

(face opposite way) (birisinden)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jane turned away from Peter after she told him to go to hell.

ayrılmak

(move further from [sth], [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I turned away from the town and set my eyes on new horizons.

gözlerini kaçırmak

phrasal verb, intransitive (avert your gaze)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Kiera turned away whenever there was a violent scene in the movie.

gözlerini kaçırmak

(avert your gaze from [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Witnesses had to turn away from the grisly sight.

reddetmek

(figurative (reject)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't turn away from my love. You must turn away from a life of crime if you want to stay out of jail.

geri dönmek

phrasal verb, intransitive (retrace one's route)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The mountain climber was exhausted, but he refused to turn back.

reddetmek

phrasal verb, transitive, separable (decline, refuse)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The bank turned down my application for a loan.

kısmak

phrasal verb, transitive, separable (sound: reduce volume) (ses)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I wish you'd turn down that music!

kısmak

phrasal verb, transitive, separable (reduce by turning a knob)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

yüz çevirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (reject)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

polise vermek

phrasal verb, transitive, separable (inform on to the police) (gündelik dil)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She knew her brother had committed a crime, but she refused to turn him in.

yatmaya gitmek

phrasal verb, intransitive (informal (go to bed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's getting very late, I'm going to turn in.

teslim etmek

phrasal verb, transitive, separable (submit, hand in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Emma lost marks for turning in her homework a day late.

dönmek

phrasal verb, transitive, inseparable (exit: a road) (yoldan, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We turned off the main road and drove into the country.

dönmek

phrasal verb, intransitive (exit a road) (yoldan, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Evie's satnav told her to turn off at the next exit.

iğrendirmek

phrasal verb, transitive, separable (informal (disgust)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Men who smoke really turn me off.

açmak

phrasal verb, transitive, separable (switch on) (cihaz, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Carl turned on the radio to listen to the news.

tahrik etmek

phrasal verb, transitive, separable (slang (excite sexually)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He turned me on and I just couldn't resist.

saldırmak

phrasal verb, transitive, inseparable (become hostile to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We were getting along well and then suddenly he turned on me.

hazır bulunmak

phrasal verb, intransitive (be present, attend [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Not many people turned out to vote on election day.

sonuçlanmak

phrasal verb, intransitive (conclude: well, badly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The forecast is good, but it is too soon to say how it will turn out.

kapatmak

phrasal verb, transitive, separable (light: switch off)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ana put down her book and turned out the bedside light.

üretmek

phrasal verb, transitive, separable (company, etc.: produce)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This factory turns out 20,000 toothbrushes every day.

boşaltmak

phrasal verb, transitive, separable (tip out contents of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gina turned out her handbag and rummaged through her things for the car keys.

kovmak

phrasal verb, transitive, separable (expel)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

dönmek

phrasal verb, intransitive (roll, flip over)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you can't sleep turn over onto your other side and try again.

kazanmak

phrasal verb, transitive, inseparable (earn)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The company turns over 3 million dollars a year.

düşünüp taşınmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (ponder)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She turned the idea over in her mind.

yardım istemek

phrasal verb, transitive, inseparable (seek help from [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm in such a bad situation that I don't know who to turn to. Don't turn to him for help, he can't be trusted.

başvurmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (resort to: a course of action)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Josie turned to therapy to deal with her emotional problems.

gelmek

phrasal verb, intransitive (arrive, be present)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I didn't expect him to turn up at my party as he wasn't invited. No telling when he'd turn up, he was never on time.

bulunmak

phrasal verb, intransitive (be found)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't worry about your glasses: they'll turn up. I often lose my keys but they usually turn up somewhere in the kitchen.

keskin viraj

noun (road: sharp bend)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
That mountain road is full of hairpin turns next to sheer cliffs.

sırayla

adverb (one at a time, in rotation)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He looked at all the horses in turn until he found one he wanted to ride.

sırayla

adverb (by turns, alternately)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The two of us drank from the bottle in turn until it was empty.

daha sonra

adverb (connector: subsequently)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
John gave me the book and I, in turn, gave it to Sandy.

yasak

adjective (forbidding [sth])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
There are signs saying "No smoking" all over the construction site.

yardım isteyecek kimsesi olmamak/çaresiz kalmak

noun (no help or support available)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When he lost his job, his insurance, and his wife, he had nowhere to turn.

denemek

verbal expression (have one's chance, have a go)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The teacher said the kids had to wait if they wanted to take a turn on the rides.

değişmek

verbal expression (change)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

görmezden gelmek

verbal expression (figurative (pretend not to see [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I knew exactly what she was up to but decided to turn a blind eye.

-e düşman olmak

(figurative (become hostile to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dog inexplicably turned against his owner and had to be put down.

düşman etmek

(prejudice [sb] against [sb]) (birisine)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The family turned her against me.

arkaya dönmek

(move to face away)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you turn around, you'll see a beautiful sunset.

etrafında dönmek, çevresinde dönmek

(spin, rotate, revolve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The record turns around at 33 rpm.

etrafında dönmek, çevresinde dönmek

(rotate around [sth])

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The Earth turns around its axis.

vazgeçmek

verbal expression (figurative (avoid involvement)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He turns away from dealing with beggars.

geri döndürmek

(cause to move away)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It was hard to turn the cattle away from the broken fence.

içeri sokmamak, içeri almamak

(deny entry)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Turn them away at the gate.

geçmişe geri dönmek/zamanı tersine çevirmek

verbal expression (figurative (restore youth)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When she reached the age of 80 she became desperate to turn back the clock. Nora hoped that plastic surgery would turn back the clock for her.

geçmişe geri dönmek/zamanı tersine çevirmek

verbal expression (figurative (revert)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The restore function in my computer turns back the clock to reset the software.

kıvırmak

(fold back: blankets on bed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The hotel cleaner had turned down the sheets and left a chocolate on the pillow.

sola dönmek

intransitive verb (go round a left-hand corner)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

anlatım tarzı/üslup

noun (expression, wording)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He read over the letter, savouring every turn of phrase.

yeni yüzyılın başlangıcı

noun (point when one century becomes another)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
At the turn of the century Queen Victoria was still on the throne.

kapatmak

(switch off, extinguish)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Before I go to sleep I turn off the T.V.

nefret ettirmek

verbal expression (informal (cause to dislike)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Getting drunk on whisky turned Ben off alcohol completely.

ışığı açmak

verbal expression (switch the light on)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I always turn on the light when I walk into the room.

dışa döndürmek

(move to face outward)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stand with your legs hip-width apart and turn your feet out.

doğru çıkmak

verbal expression (informal (end well)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Annie hoped her project would turn out right so she'd get a good grade.

döndürmek

(roll, flip over)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

teslim etmek

verbal expression (deliver, surrender [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She turned the money over to her boss.

kızarmak

intransitive verb (informal (blush)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Audrey turned red when her 3-year-old son vomited over the bus driver. His compliments made her face turn red.

kızarmak

intransitive verb (informal (go red in the face)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Harry turned red with anger when he saw the scratch down the side of his new car.

sağa dönmek

intransitive verb (go round a right-hand corner)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When you reach the traffic lights turn right onto Buck Street.

sıvışmak, tüymek, toz olmak

(figurative (run away) (gündelik dil)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Seeing the criminal with a gun made her turn tail.

karşılıkta bulunmamak

verbal expression (figurative (not retaliate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She was being extremely rude but I decided to turn the other cheek.

külahları değişmek

verbal expression (figurative (take revenge) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

akıntıyı tersine çevirmek, olayların akışını tersine çevirmek

verbal expression (figurative (change the course of [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The USA's decision to enter the war helped to turn the tide and enabled the Allies to gain victory.

açmak

(increase output, volume) (ses, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We turned the TV up to drown the noise of our neighbours arguing.

kıvrık paça

noun (UK, usually plural (hem of pants: cuff) (pantolon)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Turn-ups are too casual for the office.

sürpriz

noun (UK, informal (surprise)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
What a turn-up it was when Dave burst in shouting "Stop the wedding!"

baş aşağı çevirmek

verbal expression (invert)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I turned my bag upside down and shook the contents onto the floor, hoping to find my keys.

altını üstüne getirmek

verbal expression (figurative (rummage through roughly) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The house was turned upside down as the burglars searched for valuable items.

alt üst etmek

verbal expression (figurative (change dramatically) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The terrible news turned his world upside down.

sırt çevirmek, sırtını dönmek

transitive verb (abandon, reject)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Shame on you for turning your back on your friends after such a small disagreement.

cinsel istek uyandıran şey

noun (informal (aphrodisiac)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Many people think of oysters as a turn-on.

merak uyandıran şey

noun (informal ([sth] that arouses interest)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Some people find visiting museums and art galleries a turn-on, but it's not really my kind of thing.

yol sapağı

noun (side road off main road)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Take the next turnoff to get to the supermarket.

itici şey

noun (informal ([sth] unappealing, repellent)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The bar's atmosphere was a bit of a turnoff for me.

katılım oranı

noun (number of people gathered)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The turnout was much better than we expected.

seçmen katılımı

noun (number of people voting)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Voter turnout was much higher than at the last general election.

u dönüşü

noun (180-degree turn)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We came to a dead end and had to make a u-turn.

çarketme

noun (figurative (reversal of opinion)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The politician made a u-turn following the recent outcry.

sırasını beklemek

verbal expression (be patient)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You should wait your turn.
Sıranızı beklemeniz gerekli.

İngilizce öğrenelim

Artık turned'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

turned ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.