İngilizce içindeki in the ne anlama geliyor?
İngilizce'deki in the kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte in the'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki in the kelimesi kontrolü eline almak, keyifsiz, araya girmek, nazik bir durumda olmak, yerinde duramamak, aklı havalarda olmak, aklı bir karış havada olmak, her öğlen, öğlen, öğleden sonra, gözden uzak, geri planda, muallakta, üstelik, ilk başta, borçsuz, zaman içerisinde, karanlıkta, bilmeyen, uzakta, başı dertte, sonuçta, sonunda, her akşam, akşamları, akşamleyin, akşam, durumunda, son derece, aşırı derecede, gözünde, hukukun gözünde, rağmen, karşısında, öncelikle, en başta, bizzat, şeklinde, bir gün, gelecek sefer, eskiden, alışkanlığında olmak, kontrolünde, elinde, borçlu olmak, borçlu durumda olmak, eksi puanla, umuduyla, ümidiyle, başta gelmek, önde gelmek, -in ışığında, aydınlığında, uzun vadede, satın alma niyetinde olmak, bu arada, ortada, içinde, ortasında, ortasında, ortasında, ile uğraşmak, ücra yer, orta yerinde, ortasında, istekli, her sabah, sabahleyin, sabahleyin, adına, yakında, yakın gelecekte, haberlerde yer almak, tam zamanında, tam vaktinde, geceleyin, önceleri, geçmişte, eli kulağında, hayatının baharında, bunu yaparken, sırasında, esnasında, aşamasında olmak, borçlu, yatakta, at sırtında, yönetimde, iktidarda, iş başında, aynı zamanda, aynı anda, aynı şekilde, göz önünde, öne çıkan, -den sonra, ayak altında, ayak altında olmak, engellemek, engel olmak, dünyada, hatalı, kabahatli, günün sonuna doğru, gecikmeli olarak, geç, gözünü dikip bakmak, gözlerinin içine bakmak, başından engellemek, hiç, hiç de değil, canı birşey yapmak istememek, havasında olmamak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
in the kelimesinin anlamı
kontrolü eline almakverbal expression (figurative (have control) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If he thinks he can lead the team better, let him have the driver's seat. |
keyifsizexpression (figurative, informal (miserable) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Kate has been down in the dumps since she failed her exam. |
araya girmekintransitive verb (be an obstacle) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I couldn't see much of the parade because a tall fat man got in the way. |
nazik bir durumda olmakverbal expression (figurative (be precarious) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Australia's political future hung in the balance after no clear winner emerged in Saturday's election. |
yerinde duramamakverbal expression (figurative, slang (fidget) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She has ants in her pants, that girl. She never sits still! |
aklı havalarda olmak, aklı bir karış havada olmakverbal expression (figurative (be a dreamer) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That boy is smart, but he will never amount to much because he has his head in the clouds. |
her öğlenadverb (every afternoon) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
öğlenadverb (on a given afternoon) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
öğleden sonraadverb (time: after midday) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
gözden uzakadverb (behind the focus of attention) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) This photo has the mountains in the background. The photograph was of a barn with trees in the background. |
geri plandaadverb (figurative (not in the limelight, not prominently) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) His personal assistant stays in the background but wields a lot of power. She preferred to stay in the background and not be the center of attention. |
muallaktaadverb (in a state of uncertainty) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) His future is in the balance. |
üstelikadverb (included) (edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").) The hotel has superb facilities and, into the bargain, is right in the centre of Paris. |
ilk baştaadverb (at the start) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the beginning I couldn't see anything, but then my eyes became used to the darkness. |
borçsuzadjective (finance: being in credit) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) After paying off all my loans I'm finally in the black again! |
zaman içerisindeadverb (eventually) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) You'll forget him in the course of time. |
karanlıktaexpression (where there is no light) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The lights in the cave went out, leaving the tourists in the dark. With heavy clouds covering the stars and moon, they walked along the path in the dark. |
bilmeyenexpression (figurative (uniformed, without knowledge of [sth]) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) There must be an answer to this problem, but I admit I'm in the dark. |
uzaktaexpression (far away) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) From the top of the mountain you can see our village in the distance. The explorer saw a clearing in the distance. |
başı dertteexpression (figurative, informal (in disgrace) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) My husband embarrassed me in front of my friends; he's in the doghouse tonight. |
sonuçtaadverb (ultimately) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the end, it doesn't really matter whether we go to Milan or Barcelona for our holiday; either would be great. |
sonundaadverb (finally, eventually) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He finished his work in the end. |
her akşam, akşamlarıadverb (every late afternoon, early night) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I generally return from work late in the evening. |
akşamleyinadverb (on a given evening) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the evening, straight after dinner, I played a computer game. |
akşamadverb (time: P.M.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He's coming round at 7.30 in the evening. |
durumundaexpression (if it happens that) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the event it doesn't arrive, don't worry about it. |
son derece, aşırı derecedeadverb (to an excessive degree) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He was rude in the extreme. |
gözündeexpression (from the point of view of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the eyes of my mother, my husband can do no wrong. |
hukukun gözündeexpression (legally) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the eyes of the law, a person is innocent until proven guilty. |
rağmenexpression (despite) (edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").) In the face of all her problems, Mary persisted in her studies. |
karşısındaexpression (when confronted with) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the face of the angry crowd, the speaker maintained her calm. |
öncelikleexpression (firstly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Why don't I like him? Well, in the first place, he doesn't wash. |
en baştaexpression (at the beginning, initially) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Why didn't you tell me that in the first place? |
bizzatadverb (in person) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
şeklindeexpression (as) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Her reply came in the form of a smile. |
bir günexpression (one day, someday) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I want to learn how to play the piano in the future. |
gelecek seferexpression (next time, from now on) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Having lost my savings once, in the future I'll be more careful with my investments. |
eskidenadverb (years ago) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the good old days, you could buy Coca Cola for a nickel. |
alışkanlığında olmakpreposition (doing regularly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She was so in the habit of walking home after school that she forgot she needed to visit the store first. |
kontrolündepreposition (under the control of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) My manuscript is now in the hands of the editors. Our fate is now in the hands of the insurance company. |
elindepreposition (in the possession of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The report is now in the hands of the review committee. |
borçlu olmak, borçlu durumda olmakexpression (US, figurative, informal (in debt) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
eksi puanlaexpression (sports: with a score below zero) (spor) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
umuduyla, ümidiyle(eagerly anticipating that) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I am writing to you in the hope that you will be able to offer me a job. |
başta gelmek, önde gelmekadverb (winning) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Up by thirteen points over the hated Bears, the Wolves are currently in the lead. |
-in ışığındapreposition (figurative (in view of, given) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the light of recent developments, it would be appropriate to review the arrangements. |
aydınlığındapreposition (illuminated by) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
uzun vadedeexpression (eventually) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) It's probably for the best in the long run. It will be a little bumpy at first, but in the long run it will be well worth it. |
satın alma niyetinde olmakexpression (intending to buy) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you're in the market for a new laptop, here are our top five recommendations. |
bu aradaadverb (until then, for now) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) My car won't be ready until Friday, so in the meanwhile I'm taking the bus to work. |
ortadaadverb (in the centre) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The area in the middle is called the bull's eye. |
içindeadverb (inside) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) This pastry has custard in the middle. |
ortasındapreposition (at the centre of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The Temple of Confucius is in the middle of the city. |
ortasındapreposition (among) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the middle of the skyscrapers stood one tiny house. |
ortasındapreposition (still involved in) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We were in the middle of an argument when the phone rang. |
ile uğraşmakpreposition (still doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I can't talk to you now. I'm in the middle of fixing dinner. |
ücra yerexpression (figurative (in an insignificant place) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Richard lived out in the middle of nowhere. |
orta yerinde, ortasındaexpression (in the middle of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Californians have been in the midst of a three-year drought. |
istekliadjective (keen, feeling like doing [sth]) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Let me know when you're in the mood for a game of chess. |
her sabahadverb (every morning) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I like to read the news and drink an espresso in the morning. |
sabahleyinadverb (on a given morning) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'll come round in the morning for a cup of coffee. |
sabahleyinadverb (time: of the morning) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) My children usually wake me up at 6 o'clock in the morning. Audrey came home at 2 in the morning. |
adınapreposition (for: a cause or reason) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
yakında, yakın gelecekteexpression (soon) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The exam results will be announced in the near future, but we don't know the exact date. |
haberlerde yer almakadverb (reported on) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A high school teacher was in the news recently. |
tam zamanında, tam vaktindeexpression (just before [sth] is too late) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The doctors got to him in the nick of time and managed to restart his heart. |
geceleyinadverb (between sunset and sunrise) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At some point in the night I awoke to the sound of screaming. |
önceleriadverb (previously) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the past I always cycled to work but I live too far away now. |
geçmişteadverb (long ago, in earlier times) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the past, long before modern industrialization, all the work was done by hand. |
eli kulağındaadverb (figurative (being developed) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The company has several exciting projects in the pipeline. |
hayatının baharındaexpression (when you are healthiest, happiest) |
bunu yaparkenexpression (while doing [sth]) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Janine has been studying German at school, and in the process, she's made new friends. |
sırasında, esnasındaexpression (during, in the course of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The robber tripped and broke his leg in the process of trying to flee. |
aşamasında olmakverbal expression (be doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I am in the process of applying for a visa to travel to the USA. |
borçluadjective (figurative (owing money) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The company had been in the red for years, but under the new CEO it recovered completely. |
yataktaexpression (figurative, slang (having sex) (mecazlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Dan is great in the sack, but he has a bad personality. |
at sırtındaadverb (riding a horse) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Stirrups give riders greater control and stability in the saddle. |
yönetimde, iktidardaadverb (figurative, informal (in charge, in control) (mecazlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The company have announced that there will soon be a new man in the saddle. |
iş başındaadverb (figurative, informal (at work) (mecazlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Bill is in the saddle, preparing his progress report. |
aynı zamanda, aynı andaadverb (figurative (at same moment) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The Prime Minister denies climate change and advocates carbon tax in the same breath. |
aynı şekildeexpression (similarly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) She never cooks that dish in the same way, so it is different every time. |
göz önündeadverb (prominently featured) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The star soon became used to living in the spotlight. |
öne çıkanadjective (prominent) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
-den sonrapreposition (following) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the wake of the game the fans ran onto the pitch. In the wake of the Beatles' success a number of British bands released records in the US. |
ayak altındaadjective (causing an obstruction) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) You've left your car in the way and I can't get past it. |
ayak altında olmakverbal expression (physically blocking [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Can you move your suitcase out of the hallway, please? It's in the way. |
engellemek, engel olmakverbal expression (impeding work, progress, etc.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
dünyadaadverb (anywhere on earth) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) There's nowhere in the world I'd rather be than right here with you. |
hatalıverbal expression (mistaken) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Jack admitted that he had been in the wrong about Arthur and apologized for not trusting him. |
kabahatliverbal expression (to blame) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Louise was in the wrong when she took Eric's car without his permission. |
günün sonuna doğruexpression (in the evening) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We arrived late in the day, but the hotel staff were very accommodating. |
gecikmeli olarakexpression (figurative (belatedly) (mecazlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Joanne apologized for sending her birthday wishes late in the day. |
geçexpression (figurative (belated) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You should have apologized while he was still alive, now it's a little late in the day. |
gözünü dikip bakmakverbal expression (look directly at) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
gözlerinin içine bakmakverbal expression (not feel ashamed) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Can you look me in the eye and tell me you didn't cheat on the test? |
başından engellemekverbal expression (figurative (stop developing further) (bir şeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Her son took up smoking, but she nipped that in the bud by making him smoke an entire pack. |
hiç, hiç de değiladverb (not at all) Sure, you can borrow five dollars, I don't mind in the least. |
canı birşey yapmak istememek, havasında olmamakadjective (informal (disinclined, unwilling) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'm not in the mood to listen to your lies. |
İngilizce öğrenelim
Artık in the'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
in the ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.