İngilizce içindeki given ne anlama geliyor?

İngilizce'deki given kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte given'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki given kelimesi belli, belirli, bakılırsa, göz önünde tutulursa, düşkün, bariz gerçek, vermek, vermek, hediye etmek, armağan etmek, vermek, ödemek, (para) vermek, temin etmek, sağlamak, görev vermek, iş vermek, esneklik, katkıda bulunmak, taviz vermek, esnemek, çökmek, vermek, vermek, atmak, basmak, sebep olmak, neden olmak, bağışlamak, bulaştırmak, iletmek, vermek, vermek, adamak, hamile bırakmak, fırsat verilse, ad, isim, ilk isim, isimler, adlar, bakılırsa, (olacağı, vb.) kesin/belli anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

given kelimesinin anlamı

belli, belirli

adjective (specified)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
You can easily split the table into a given number of columns.

bakılırsa, göz önünde tutulursa

preposition (granted, considering)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Given his reputation, I'm not sure we should hire him.
Bu işi bitirmek için belirli bir süre var mı?

düşkün

adjective (tending to do) (bir şeye)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
She is much given to staying out late.

bariz gerçek

noun (obvious fact)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It's a given that he'll be late for the wedding.

vermek

transitive verb (hand, pass: [sb] [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Could you give me that book over there, please?

vermek

transitive verb (hand, pass: [sth] to [sb])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can you give that book to me?
Şu kitabı bana verir misin?

hediye etmek, armağan etmek

transitive verb (as a gift)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She gave me a tie for my birthday.
Doğumgünümde bana bir kravat hediye etti.

vermek

transitive verb (provide)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can you give me something to eat?
Bana yiyecek bir şeyler verir misin?

ödemek, (para) vermek

transitive verb (pay)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I'll give you five hundred dollars for that car.
Bu otomobil için sana beşyüz dolar ödeyeceğim (or: vereceğim).

temin etmek, sağlamak

transitive verb (supply)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The furnace gives heat to the entire house.
Kalorifer, tüm evin ısınmasını sağlıyor.

görev vermek, iş vermek

transitive verb (assign, allot)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
After three interviews she was given the job.
Girdiği üç tane mülakatın sonucunda, iş ona verildi.

esneklik

noun (informal (tendency to yield)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The floor has a bit of give in it.

katkıda bulunmak

intransitive verb (contribute)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Please give generously.

taviz vermek

intransitive verb (compromise)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Someone has to give or we'll be here all night.

esnemek

intransitive verb (yield under pressure)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
This door gives when you lean on it.

çökmek

intransitive verb (collapse)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The chair gave underneath him.

vermek

transitive verb (present, perform) (konser, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She's giving a piano concert tonight.

vermek

transitive verb (place in [sb]'s care) (emaneten)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I gave them the house keys for the week.

atmak, basmak

transitive verb (utter) (çığlık, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He gave a shout and ran towards her.

sebep olmak, neden olmak

transitive verb (cause)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It gives me great pleasure to welcome you tonight.

bağışlamak

transitive verb (donate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He gave his heart and lungs to science.

bulaştırmak

transitive verb (infect) (hastalık, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She's given me her cold.

iletmek

transitive verb (deliver) (selam, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Give them our fondest regards.

vermek

transitive verb (inflict) (ceza, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He gave detention to the whole class.

vermek

transitive verb (administer) (ilaç, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
How much aspirin should I give her?

adamak

transitive verb (devote)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She gave her life to the human rights movement.

hamile bırakmak

transitive verb (make pregnant)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Her husband gave her two boys within three years of the wedding.

fırsat verilse

expression (figurative, informal (if allowed, able)

I would take that job, given half a chance.

ad, isim, ilk isim

noun (first name)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Mrs. Johnson's given name is Edith.

isimler, adlar

plural noun (first, middle names)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
Mr. Wilson's given names are Howard and Nicholas.

bakılırsa

conjunction (in view of the fact that)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Given that you weren't really listening, I see why you don't understand.

(olacağı, vb.) kesin/belli

expression (it's a fact)

There is going to be a big line-up for tickets: it's a given. It's a given that junk food is not good for your health.

İngilizce öğrenelim

Artık given'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

given ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.