İngilizce içindeki down ne anlama geliyor?
İngilizce'deki down kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte down'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki down kelimesi aşağıya, aşağı, aşağıda, ileride, aşağıya doğru, biraz aşağıda, aşağısında, boyu, boyunca, güneye, aşağı, düşük, alçak, düşük, üzgün, hüzünlü, güneyde, oyun dışı, geride, başkentin dışına giden, bozuk, ezberlemiş, zarar etmiş, zararda, bitmiş, aşağı, muzdarip, -e bağlı, en son, kaynaklanan, ileri gelen, yazmak, yatırmak, düşmüş, azalmış, azaltılmış, içinde, içerisinde, seyreltilmiş, nakit vermek, bağırarak susturmak, yerine, -e doğru, içine, istekli, aşağı, kuş tüyü, ayva tüyü, ince tüy, kireç taşı tepelerinin bulunduğu bir bölge, kıyı bölgeleri, çayırlar, -de, -da, inmek, mideye indirmek, düşürmek, yere sermek, vazgeçmek, ıkınmak, bastırmak, bastırmak, sıkıştırmak, -e doğru gelmek, üstüne varmak, üstüne gelmek, üzerine vurmak, üzerine yağmak, pazarlık edip fiyat düşürmek, pazarlık edip fiyat düşürmek, yıldırmak, bastırmak, yatıp uyumak, yatırmak, eğilmek, çamura saplamak, çıkmaza sokmak, suyunu çektirmek, suyunu çekmek, -den ibaret olmak, özetlemek, eğilmek, öne eğilmek, bozulmak, çalışmamak, ağlamak, bozulmak, kırmak, parçalamak, analiz etmek, çökertmek, moralini bozmak, bağlamak, işe koyulmak, dört elle sarılmak, azarlamak, paylamak, sakinleşmek, sakinleştirmek, çizginin dışına çıkmak, kesmek, üzerine gitmek, göz açtırmamak, yenilgiyi kabullenmek, kapanmak, kapatmak, cezalandırmak, tepesine düşmek, demek olmak, hastalanmak, soğumak, sakinleşmek, yatışmak, yavaşlamak, soğutmak, sabırsızlıkla beklemek, geriye saymak, geri sayıma başlamak, sıkı önlem almak, göz açtırmamak, cezalandırmak, çömelmek, azaltmak, -i azaltmak, azaltmak, öldürmek, azalmak, -den iple aşağı inmek, devirmek, alçalıp yükselmek, ezilmiş, mazlum, kendini tutamayıp ağlamak, bozulma, arızalanma, arıza yapma, bozunum, ruhsal/zihinsel çöküntü, analiz, döküm, aksaklık, dağılma, köhne, hızla gitmek, yanıp kül olmak, yakıp kül etmek, yakası düğmeli gömlek, sakin ol, tutunarak inmek, aşağı inmek, kepenkleri indirmiş, fiyatı düşmek, düş kurmaktan vazgeçmek/gerçekçi olmak, -den akmak, yıkılmak, kesmek, aslında, esasında, cehenneme, genital bölgede, keyifsiz, sevmemek, peşinat, güneye/güneyde, mideye (inmek, vb.), gelecekte, ileride, sıradaki kişiye/kişilere anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
down kelimesinin anlamı
aşağıya, aşağıadverb (from higher to lower) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He climbed down from the tree. Tırmandığı ağaçtan aşağıya (or: aşağı) indi. |
aşağıdaadverb (on the bottom) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) There's a house down there in the valley. |
ilerideadverb (away from here) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Are you coming down to the pub with us? |
aşağıya doğrupreposition (from higher to lower place) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) They walked down the mountain. |
biraz aşağıdapreposition (further along) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The restaurant is just down the street. |
aşağısındapreposition (near body of water) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) They live about 20 miles down river. |
boyu, boyuncapreposition (throughout: years, ages, etc.) (yıllar, asırlar, vb.) (edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").) Philosophers have sought answers down the ages. |
güneyeadverb (southward) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We're going down to Italy for our holidays this year. |
aşağı, düşük, alçakadjective (lower) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The price of oil is down this week. Bu hafta benzin fiyatları düşüktür. |
düşükadjective (level: reduced) (seviye) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The water level is down. We should add some more. |
üzgün, hüzünlüadjective (figurative, informal (sad or depressed) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I feel a little down, but I'll be alright. |
güneydeadjective (to the south) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) They're down on the south coast all week. |
oyun dışıadjective (American football: stopped) (Amerikan futbolu) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The referee declared the ball down. |
gerideadjective (sports: behind in score) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The Danish team is down ten points. |
başkentin dışına gidenadjective (UK (trains: away from capital) (tren) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The down train leaves from this platform. |
bozukadjective (informal (not working, out of order) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The server's down. You'll have to try again later. |
ezberlemişadjective (informal (learned) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Have you got your lines down for the school play yet? |
zarar etmiş, zarardaadjective (informal (gambling: with losses of) (kumar) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I'm down three hundred dollars. |
bitmişadjective (informal (finished) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) We've got three reports down, one to go! |
aşağıadjective (crossword puzzles: vertical) (bulmaca) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I can't work out the answer to 7 down. |
muzdarip(US, informal (sick with, suffering from) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She's down with the flu and can't come to the party. |
-e bağlı(informal (determined by) (edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").) Whether he goes free or not is down to the judge's decision. |
en son(left with only) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) We're down to the last of the coffee, so could you buy some more while you're out? |
kaynaklanan, ileri gelen(informal (caused by) (bir nedenden) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The accident was entirely down to driver error. |
yazmakadverb (written) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Have you got that down yet? |
yatırmakadverb (sitting or lying) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I put her down for her nap. |
düşmüş, azalmışadverb (to lower value) (değeri) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Prices have come down in recent weeks. |
azaltılmışadverb (reduced: in volume, amount, etc.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) We've got our luggage down to one suitcase each. |
içinde, içerisindeadverb (time: earlier to later) (zaman, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Language changes down through the ages. |
seyreltilmişadverb (to lesser strength) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The beer tastes watered down. |
nakit vermekadverb (cash payment) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) How much money can you put down? |
bağırarak susturmakadverb (into submission) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He shouted down his opponent. |
yerineadverb (fixed state) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The antenna was tied down with ropes. |
-e doğruadverb (to the source) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He tracked down his natural father. |
içineadverb (suppressed) (bastırmak, içine atmak) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He choked down his emotions. |
istekliexpression (slang (keen to do [sth]) (bir şeyi yapmaya) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Sure, I'm down for going hiking this weekend. |
aşağıinterjection (command to a dog) (köpeğe verilen komut) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Down, boy! Get back to your kennel. |
kuş tüyünoun (bird: soft feathers) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) These pillows are filled with goose down. Bu yastıkların içi kaz tüyü ile doldurulmuştur. |
ayva tüyünoun (person: soft hair) (kişi) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He was sixteen and had down on his chin. |
ince tüynoun (botany: fuzz) (bitki) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Peaches have a layer of down on their skin. |
kireç taşı tepelerinin bulunduğu bir bölgenoun (UK (range of low ridges in England) (İngiltere) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Bill took his children to fly their kites on the Downs. |
kıyı bölgelerinoun (UK (sea area in England) (İngiltere) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The Downs are an area of the sea off the east coast of Kent. |
çayırlarplural noun (UK (rolling country) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) Sheep were grazing on the downs. |
-de, -dapreposition (UK, informal (at, to) (bir yerde) Were you down the pub last night? |
inmekintransitive verb (informal (fall) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The road ups and downs all the way to the sea. |
mideye indirmektransitive verb (informal (drink) (gayri resmi) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He downed his beer and left. |
düşürmektransitive verb (shoot from the sky) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) They downed a helicopter with just a rifle. |
yere sermektransitive verb (informal (fell, knock to the ground) (birisini) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) That wrestler could down anyone in thirty seconds. |
vazgeçmekphrasal verb, intransitive (give in, yield) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Despite the evidence, he refused to back down. |
ıkınmakphrasal verb, intransitive (labor: push baby out) (doğum sırasında) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) |
bastırmakphrasal verb, intransitive (US (apply pressure, concentrate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You have to know when to conserve your strength and when to bear down with every bit of energy you have. |
bastırmak(push, press on) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Bear down on the pen to make clear carbon copies. |
sıkıştırmak(figurative (weigh heavily upon) (birisini) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Emma felt the full weight of her financial worries bearing down on her. |
-e doğru gelmek(UK (rush towards) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The truck came bearing down on the brothers as they were crossing the street. |
üstüne varmak, üstüne gelmekphrasal verb, transitive, inseparable (approach threateningly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The man was bearing down on Jim along the path. |
üzerine vurmakphrasal verb, intransitive (sun: shine brightly and hot) (güneş) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The sun was beating down on our backs. |
üzerine yağmakphrasal verb, intransitive (rain: pour heavily) (yağmur) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The rain beat down so hard on the apple tree that in the morning half of the apples were on the ground. |
pazarlık edip fiyat düşürmekphrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (negotiate lower price from) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Amy beat the seller down to £20 for the vase. |
pazarlık edip fiyat düşürmekphrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (price: negotiate lower) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We beat the price down to $45. |
yıldırmakphrasal verb, transitive, separable (informal, figurative (demoralize) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Doris admitted that life was beating her down. |
bastırmakphrasal verb, transitive, separable (figurative (suppress) (korku, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Deborah beat down her fear of flying and got on the plane to visit her daughter in Australia. |
yatıp uyumakphrasal verb, intransitive (go to bed) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I usually bed down at about eleven o'clock. |
yatırmakphrasal verb, transitive, separable (provide bed for) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Emily fed, bathed, and bedded down the children. |
eğilmekphrasal verb, intransitive (lean over) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The mother bent down to tie the child's shoe laces. |
çamura saplamakphrasal verb, transitive, separable (usually passive, informal (vehicle: mire) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The jeep got bogged down in a huge mud puddle. |
çıkmaza sokmakphrasal verb, transitive, separable (figurative, usually passive, informal (person: hinder, burden) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Work is really bogging me down lately. |
suyunu çektirmekphrasal verb, transitive, separable (liquid: reduce) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The cook boiled the drippings down to a rich gravy. |
suyunu çekmekphrasal verb, intransitive (liquid: be reduced) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Heat the water until it boils down to a volume of about 10ml. |
-den ibaret olmak(figurative, informal (be essentially) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) What it all boils down to is a failure to plan. |
özetlemekphrasal verb, transitive, separable (figurative (information, argument: reduce) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) If you boil down Machiavelli's philosophy, he is saying that the end justifies the means. |
eğilmek, öne eğilmekphrasal verb, intransitive (bend, kneel in respect) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She was asked to bow down in front of a statue of their god. |
bozulmak, çalışmamakphrasal verb, intransitive (machine: stop working) (araç, makina) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The car broke down on the way home. |
ağlamakphrasal verb, intransitive (figurative (person: cry) (kişi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Stella broke down when the police told her about her husband's accident. |
bozulmakphrasal verb, intransitive (figurative (collapse, become weak) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The union called a strike after talks broke down over retirement benefits. |
kırmakphrasal verb, transitive, separable (door, wall: knock down) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The police broke down the door when they raided the house. |
parçalamakphrasal verb, transitive, separable (substance: disintegrate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Stomach acid breaks down food during digestion. |
analiz etmekphrasal verb, transitive, separable (figurative (analyze) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We can break down the process into a number of separate stages. |
çökertmekphrasal verb, transitive, separable (figurative, informal (cause demise) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The scandal brought down the government. |
moralini bozmakphrasal verb, transitive, separable (US, figurative, slang (make sad) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) If you keep criticizing Michael, you'll just bring him down. |
bağlamakphrasal verb, transitive, separable (informal (fasten: shoe, seatbelt) (emniyet kemeri, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Will you please buckle down the car seat so it doesn't move around? |
işe koyulmakphrasal verb, intransitive (informal, figurative (set to work) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I've got to buckle down and finish planting the vegetable seeds. |
dört elle sarılmakphrasal verb, intransitive (informal, figurative (work diligently) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have to buckle down and finish this term paper. |
azarlamak, paylamakphrasal verb, transitive, separable (US, informal (reprimand [sb], tell [sb] off) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
sakinleşmekphrasal verb, intransitive (become calmer) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The street market is closed until the weather has calmed down. |
sakinleştirmekphrasal verb, transitive, separable (make calmer) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She gave the baby a bottle to calm him down. |
çizginin dışına çıkmakphrasal verb, intransitive (country dancing) (Amerikan folk dansında) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The dancers cast off and moved to the end of the line. |
kesmekphrasal verb, transitive, separable (tree: fell, cut down) (ağaç) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Pioneers would chop down trees to build their homes. |
üzerine gitmekphrasal verb, intransitive (figurative (be strict, enforce rules) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) There is a big problem with dangerous driving on this stretch of road, but the police are clamping down. |
göz açtırmamak(figurative (be strict, enforce rules) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The city is clamping down on gang violence. |
yenilgiyi kabullenmekphrasal verb, intransitive (UK, figurative (accept defeat) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) There was a public outcry at the proposals and the government was forced to climb down. |
kapanmakphrasal verb, intransitive (business: cease trading) (iş, şirket) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) When the doctor was killed, the clinic was forced to close down. |
kapatmakphrasal verb, transitive, separable (prevent [sth] from operating) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The Women's Anti-Exploitation League vowed to close down the porno shop. |
cezalandırmak(figurative, informal (punish) (birisini) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The teacher came down on him for his repeated absence. |
tepesine düşmek(collapse) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The bedroom ceiling came down on us during the hurricane. |
demek olmak(be essentially) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) What this strike comes down to is a failure to communicate with your staff. |
hastalanmak(figurative, informal (fall ill) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) I've just come down with a cold. |
soğumakphrasal verb, intransitive (become less hot) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Give the cookies ten minutes to cool down. |
sakinleşmek, yatışmakphrasal verb, intransitive (figurative, informal (become less angry) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It took Andy a while to cool down after the argument with his brother. |
yavaşlamakphrasal verb, intransitive (slow pace to end exercise) (egzersiz) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) It is important to spend five minutes cooling down after a vigorous exercise session. |
soğutmakphrasal verb, transitive, separable (make less hot) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Ben took a cold shower to cool himself down after the race. |
sabırsızlıkla beklemek(figurative (prepare for, anticipate [sth]) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) As soon as one birthday is over, Tommy starts counting down to the next one. |
geriye saymakphrasal verb, intransitive (count back to zero) (sıfıra kadar) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
geri sayıma başlamakphrasal verb, transitive, inseparable (count backwards to event) (bir olay için) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It was almost midnight on New Year's Eve; the crowd in Times Square was counting down the seconds. |
sıkı önlem almakphrasal verb, intransitive (informal (enforce laws) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The police will no longer tolerate public drunkenness; they're going to crack down. |
göz açtırmamakphrasal verb, transitive, inseparable (informal (not tolerate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The principal is starting to crack down on unexcused absences. |
cezalandırmak(informal (punish) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Every holiday, police set up checkpoints to crack down on drunk drivers. |
çömelmekphrasal verb, intransitive (squat, hunker) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) I crouched down to hide behind the low wall. |
azaltmakphrasal verb, intransitive (reduce consumption) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you can't give up smoking altogether, you should at least try to cut down. |
-i azaltmak(reduce, consume less of) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It's hard to cut down on alcohol when my friends keep inviting me out for drinks. |
azaltmakphrasal verb, transitive, separable (reduce) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When the team decided to cut down their roster, everyone was upset. |
öldürmekphrasal verb, transitive, separable (figurative (kill, strike down) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Many soldiers were cut down by enemy fire. |
azalmakphrasal verb, intransitive (diminish, subside) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The shouting died down when the rock star began singing. |
-den iple aşağı inmek(descend using a rope) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Sharon abseiled down the side of a skyscraper to raise money for charity. |
devirmek(wind: knock over) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The wind blew down our swing set and shade umbrella. |
alçalıp yükselmekintransitive verb (used in compounds (move up and down: on water) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The toy boat bobbed along on the surface of the lake. |
ezilmiş, mazlumadjective (figurative (weighed down, oppressed) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Jack was bowed down by troubles after he lost his job. |
kendini tutamayıp ağlamakverbal expression (burst into tears) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Helen broke down and cried when she heard the sad news. |
bozulma, arızalanma, arıza yapmanoun (car, machine: failure) (araba, makina, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Mary had a breakdown on the way to work, which caused her to be late. |
bozunumnoun (chemical decomposition) (kimyasal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In just a few days, the breakdown of the cell structure was apparent. |
ruhsal/zihinsel çöküntünoun (mental collapse) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Apparently, Dr. Harris had a breakdown, so Dr. Watts is taking over his scheduled surgeries. |
analiznoun (analysis into parts) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A breakdown of the study, its findings, and its implications can be found on page 10. |
dökümnoun (finance: itemization) (finans) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The breakdown of the department's spending budget is shown in this graph. |
aksaklıknoun (disrupted communication) (iletişim, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There's been a breakdown in negotiations between the two countries. |
dağılmanoun (disintegration) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
köhneadjective (dilapidated) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The house was old and its broken-down roof was letting in the rain. |
hızla gitmek(UK (travel quickly) (yol boyunca, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The car was bucketing along the road. |
yanıp kül olmak(be destroyed by fire) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The factory burnt down in a fire that killed 11 workers. |
yakıp kül etmek(destroy by fire) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A fire burnt the hotel down. |
yakası düğmeli gömleknoun (has buttons on collar) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He's always neatly dressed in a freshly-pressed suit and a button-down shirt. |
sakin olinterjection (don't panic) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Calm down! The matter has been resolved. |
tutunarak inmek(descend by grasping) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) She managed to climb down the mountain to fetch help for her injured friend. |
aşağı inmek(descend [sth] by grasping) (bir yerden) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) If the cat climbed up the tree, I'm sure he can climb down. |
kepenkleri indirmişadjective (gone out of business) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) They are going to open a clothing store on the site of that closed-down restaurant. |
fiyatı düşmekverbal expression (informal (become less expensive) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That computer will come down in price when a faster model becomes available. |
düş kurmaktan vazgeçmek/gerçekçi olmakverbal expression (figurative (be realistic) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He came down to earth with a real bump when he was forced to get his first job. |
-den akmak(liquids: flow down) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Tears were coursing down the cheeks of the mourners as they stood at the graveside. The waterfall coursed down the rocks into the pool below. |
yıkılmak(collapse, fall) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) After they detonated the explosives, the old bridge crashed down into the ravine. |
kesmek(tree: fell) (ağaç) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It's a pity that they cut down that old tree. |
aslında, esasındaadverb (inwardly or intimately) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) She looks happy but deep down she is very lonely. |
cehennemeadverb (figurative, informal (in Hell) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) They should send these evil people down below. |
genital bölgedeadverb (euphemism (in the genital area) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Harry's been suffering from problems down below. |
keyifsizexpression (figurative, informal (miserable) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Kate has been down in the dumps since she failed her exam. |
sevmemekverbal expression (dislike) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
peşinatnoun (sum paid in advance) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) When we bought a new car, we made a down payment of £1000 and paid the rest in instalments. |
güneye/güneydeadverb (US (in Southern States) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
mideye (inmek, vb.)interjection (slang (drinks toast) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Down the hatch, everybody! |
gelecekte, ilerideexpression (figurative, informal (in the future) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
sıradaki kişiye/kişilereexpression (to the next person or people) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
İngilizce öğrenelim
Artık down'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
down ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.