İngilizce içindeki UK ne anlama geliyor?
İngilizce'deki UK kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte UK'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki UK kelimesi BK, Birleşik Krallık, onbeş dakika kala, geriye, çevresinde, unutkan, aksesuar kullanmak, aksesuarlarla süslemek, aksesuarlarla donatmak, alışmak, alışmak, alıştırmak, alışmak, alıştırmak, tepki, kabul, teşekkür bölümü, hayata geçirme, gerçekleşmek, gerçekleştirmek, abartmak, yaşlanma, ihtiyarlama, yaşlanan, yaşlanmakta olan, çalışmak, uğraşmak, kafa yormak, çok düşünmek, eziyet etmek, eziyet çektirmek, çok acı veren, acı verici, üzücü, keder verici, şiddetli acı, hava meydanı, havaalanı, hava limaı, uçak, alkalileşmek, alkalileştirmek, her yerde, herkese, her bakımdan, çok yönlü, kapsamlı, buğday unu, kinaye yapmak, kinaye olarak yorumlamak, alfabeleştirme, alfabeleştirmek, alüminyum, alüminyumdan yapılmış, alüminyum, alüminyum folyo, amiboyit, Amerikan etkisi, Amerikalılaştırma, Amerikanlaştırma, ortasında, içinde, arasında, arasında, arasında, aralarında, amortisman, amortisman planı, itfa tablosu, amfitiyatro, açıkhava tiyatrosu, amfi, analog, kıyaslama yapmak, kıyaslamak, analiz etmek, tahlil etmek, incelemek, araştırmak, tahkik etmek, psikanaliz yapmak, lanetlemek, dikkatle incelemek, kansızlık, anemi, lokal anestezi, anestezi, anestetik ilaç, ağrı kesici ilaç, anestetik, ağrı kesici, ingilizleştirmek, ek, ek bina, müştemilât, yıllık hale getirmek, yıllık olarak hesaplanan, anotlamak, isimsizleştirmek, telesekreter, düşman etmek, düşmanlık yaratmak, antoloji haline getirmek, insana benzetmek, anti kahraman, solunum duraklaması, apne, özür dilemek, af dilemek, özür dilemek, af dilemek, özür dilemek, özür dilemek, af dilemek, af dilemek, özür dilemek, dininden dönmek, vazgeçmek, şoke etmek, şok etmek, çok şaşırtmak, meze, başlangıç, iştah açıcı, elma püresi, değer biçmek, kıymet biçmek, haberdar etmek, çardak, ateş/tutku, zırh anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
UK kelimesinin anlamı
BKnoun (initialism (United Kingdom) (kısaltma) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) How long have you lived in the UK? |
Birleşik Krallıknoun (Great Britain and Northern Ireland) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) England, Scotland, Northern Ireland, and Wales make up the United Kingdom. |
onbeş dakika kalaexpression (15 minutes before the hour) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'll meet you at a quarter till one... in the afternoon, of course. |
geriyeadverb (in the opposing direction) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He whirled about and saw that his girlfriend was behind him. |
çevresindeadverb (in circumference) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The lake is approximately three miles about. |
unutkanadjective (forgetful) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He's so absentminded that he forgot his own birthday! |
aksesuar kullanmakintransitive verb (wear accessories) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Steph only wears black, but she livens up her look by accessorizing. |
aksesuarlarla süslemektransitive verb (adorn with accessories) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) A colourful scarf is the perfect way to accessorise an outfit. |
aksesuarlarla donatmak(furnish [sth] with accessories) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Adam has accessorized his home with antique lamps, mirrors and rugs. |
alışmakintransitive verb (figurative (become accustomed) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The climber suffered from altitude sickness for a few days before he acclimatized. Dağcı, ilk günlerde yükseklik hastalığı çekse de birkaç gün içinde ortama alıştı. |
alışmak(figurative (become accustomed to [sth]) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) People in the city have been forced to acclimatize to increased security controls. Şehirde yaşayanlar artan güvenlik kontrollerine alışmak zorunda kaldı. |
alıştırmak(accustom to [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) If you have cats and you move house you need to keep the cats indoors for at least a few days to acclimatize them to their new home. Yeni bir eve taşınırsanız kedilerinizi eve alıştırana kadar birkaç gün dışarı bırakmamalısınız. |
alışmakintransitive verb (become used to climate) (havaya, iklime) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Selina isn't used to this cold weather, but I'm sure she'll acclimatize. Selin soğuk havaya alışık değil ama yakında alışacağından eminim. |
alıştırmak(accustom to climate) (havaya, iklime) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Before planting out your young seedlings, take them out of the greenhouse for a short period, then increase each day, to acclimatize them to the colder conditions outdoors. İngiltere'den İspanya'nın güneyine taşındıktan sonra kendimi sıcağa alıştırmam (or: uyum sağlamam) zaman aldı. |
tepkinoun (response) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Last time I saw her she didn't even give me an acknowledgment. |
kabulnoun (accepting truth) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Finding a solution will first require acknowledgement of the problem. |
teşekkür bölümüplural noun (in book: author's thanks) (kitap) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the acknowledgements, the author thanked her family and friends. |
hayata geçirmenoun (making, becoming real) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
gerçekleşmekintransitive verb (become real) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) |
gerçekleştirmektransitive verb (make real) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
abartmaktransitive verb (exaggerate importance of [sth]) (önemini) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
yaşlanma, ihtiyarlamanoun (process of getting old) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Aging is something that no one can run away from. |
yaşlanan, yaşlanmakta olanadjective (growing old) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) They are offering more training courses as part of their effort to replace an ageing workforce. |
çalışmak, uğraşmakintransitive verb (struggle to decide) (karar vermeye) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Paul agonized for days before handing in his resignation. |
kafa yormak(struggle with decision) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I was very unsure about whether or not to give up my job and I agonised over the decision for weeks. İşimden ayrılıp ayrılmamak konusunda çok kararsızdım ve haftalar boyu buna kafa yordum. |
çok düşünmekverbal expression (struggle with decision) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The tickets were expensive, so I agonized over going on the trip for months. Biletler pahalıydı, onun için bu yolculuğa çıkıp çıkmamayı çok düşündüm. |
eziyet etmek, eziyet çektirmektransitive verb (cause to be anguished) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
çok acı veren, acı vericiadjective (very painful) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) A dislocated shoulder can be agonizing. |
üzücü, keder vericiadjective (distressing) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It is agonizing to see people starving in news reports. |
şiddetli acınoun (extreme physical discomfort) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The agonizing pain of the injury caused her to scream uncontrollably. |
hava meydanı, havaalanı, hava limaınoun (type of airport) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
uçaknoun (aircraft) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The passengers boarded the airplane in an orderly manner. |
alkalileşmekintransitive verb (chemistry: become alkaline) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) |
alkalileştirmektransitive verb (chemistry: make alkaline) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
her yerdeadverb (everywhere) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Prices have increased all around. |
herkeseadverb (informal (for everyone) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Joe called for drinks all around to celebrate his good news. |
her bakımdanadverb (in all aspects) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) This is a better solution all round. |
çok yönlüadjective (versatile, multi-skilled) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Joe has developed into an all-around player for the basketball team. |
kapsamlıadjective (comprehensive, overall) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The school aims to provide an all-around education for its students. |
buğday ununoun (wheat flour) (çok amaçlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) All-purpose flour is great for cookies, but doesn't have enough gluten for bread. |
kinaye yapmakintransitive verb (compose allegory) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
kinaye olarak yorumlamaktransitive verb (interpret [sth] as allegory) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
alfabeleştirmenoun (organization by letter) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
alfabeleştirmektransitive verb (arrange in alphabetical order) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
alüminyumnoun (lightweight metal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Aluminum is used to make kitchen foil because it can withstand heat. |
alüminyumdan yapılmış, alüminyumnoun as adjective (made of aluminum) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Aluminum cans are recyclable. |
alüminyum folyonoun (silver paper) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We wrapped up our food with aluminum foil. |
amiboyitadjective (ameba-like) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
Amerikan etkisinoun (influence of US culture) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The politician complained about the increasing Americanization of British culture. Siyasetçi, İngiliz kültürü üzerindeki artan Amerikan etkisinden şikayet etti. |
Amerikalılaştırma, Amerikanlaştırmanoun (assimilation into US culture) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
ortasında, içindepreposition (in the midst of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Josiah's farm is situated among the cornfields of eastern Kansas. He lives amongst mountains of hoarded rubbish. |
arasındapreposition (counted with, member of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Pearls and gold coins were among the treasures in the chest. Among the victims of the earthquake was a 60-year-old man. |
arasındapreposition (with many of) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Their music's popular among college students. |
arasında, aralarındapreposition (divided in shares) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The children divided the estate among themselves. We divided the biscuits amongst the children. |
amortismannoun (writing off asset value) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
amortisman planınoun (loan repayment plan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
itfa tablosunoun (depreciation schedule) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
amfitiyatro, açıkhava tiyatrosunoun (open-air arena) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Many plays were performed in this ancient Roman amphitheater. |
amfinoun (indoor auditorium) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
analogadjective (not digital) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
kıyaslama yapmakintransitive verb (make comparisons) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
kıyaslamak(compare) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
analiz etmek, tahlil etmektransitive verb (study closely) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The students have to analyse a passage from Shakespeare for their exam. |
incelemek, araştırmak, tahkik etmektransitive verb (investigate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Investigators tried to analyze the cause of the accident. |
psikanaliz yapmaktransitive verb (informal, abbreviation (psychoanalyze) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The therapist analyzed her patient. |
lanetlemektransitive verb (religion: condemn as evil) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
dikkatle incelemektransitive verb (deconstruct, analyse) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
kansızlık, aneminoun (lack of red blood cells) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Ellen was feeling tired and dizzy, so she went to the doctor, who told her she was suffering from anemia. Yorgunluk ve baş dönmesi şikayetiyle gittiği doktor Ellen'a anemi (or: kansızlık) teşhisi koydu. |
lokal anestezinoun ([sth] that numbs feeling) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The right side of Lauren's face was completely numbed by the anesthesia administered by her dentist. Dişçinin uyguladığı lokal anestezi nedeniyle Lauren'in yüzünün sağ tarafı tamamen uyuştu. |
anestezinoun ([sth] that induces unconsciousness) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I awoke from the anaesthesia feeling confused. Anesteziden sonra kendime geldiğimde kafam çok bulanıktı. |
anestetik ilaç, ağrı kesici ilaçnoun (drug: numbs pain) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the middle ages, surgery was performed without an anesthetic. |
anestetik, ağrı kesiciadjective (numbing pain) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Oil of cloves has an anesthetic effect when applied to the gums. |
ingilizleştirmektransitive verb (make English) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
eknoun (additional part of document) (belge) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The graphs showing the company's recent progress can be found in the annexes to the report. |
ek bina, müştemilâtnoun (building) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The library keeps older issues of academic journals in the annex. |
yıllık hale getirmektransitive verb (convert to yearly rate) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
yıllık olarak hesaplananadjective (adjusted pro-rata for a year) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
anotlamaktransitive verb (metal: coat with oxide) (metal yüzeyini oksitle kaplamak) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
isimsizleştirmektransitive verb (remove identifying details) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
telesekreternoun (device: takes phone calls) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The message that he left on my answering machine was very peculiar. |
düşman etmek, düşmanlık yaratmaktransitive verb (make hostile) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Ryan's actions antagonized many of his friends. |
antoloji haline getirmektransitive verb (collect in an anthology) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
insana benzetmektransitive verb (animal, etc.: see as human) (hayvanı, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
anti kahramannoun (unconventional protagonist) (roman, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Meursault is the antihero of the novel "The Stranger" by Camus. |
solunum duraklaması, apnenoun (medicine: temporarily not breathing) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The baby, who was born prematurely, suffered from apnea. |
özür dilemek, af dilemekintransitive verb (say sorry) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) If you hurt someone's feelings, you should apologize. Birini üzdüğünüzde ondan özür dilemelisiniz. |
özür dilemek, af dilemek(say sorry to [sb]) (birisinden) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I apologized to Brenda for the incident and she forgave me. |
özür dilemek(say sorry for [sth]) (bir şey için) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Mark apologized for the delay in replying to my email. |
özür dilemek, af dilemekverbal expression (say sorry to [sb] for [sth]) (birisine bir şey için) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You ought to apologize to Stephen for the way you treated him yesterday. |
af dilemek, özür dilemekverbal expression (say sorry to [sb] for doing [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Jane apologized to me for calling me a liar. |
dininden dönmekintransitive verb (renounce one's faith) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) |
vazgeçmekintransitive verb (figurative (abandon a cause) (gaye, ülkü, prensip, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
şoke etmek, şok etmek, çok şaşırtmaktransitive verb (often passive (shock, horrify) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Your recent bad behavior appalls me. |
mezenoun (often plural (small portion before meal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Would you like to order an appetizer before the main course? Yemekten önce meze alır mıydınız? |
başlangıçnoun (figurative (taster of [sth]) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The opening band was just an appetiser to get the crowd excited for the headliner. |
iştah açıcıadjective (tasty-looking, appealing) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The dessert looks appetizing but I am just too full to eat it. Tatlı çok iştah açıcı görünüyor ama yiyemeyecek kadar tokum. |
elma püresinoun (sweetened stewed apples) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Roast pork is traditionally served with applesauce. |
değer biçmek, kıymet biçmektransitive verb (archaic (estimate value of) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
haberdar etmek(formal (notify [sb]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
çardaknoun (structure that supports plants) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There were lime trees growing over the arbor. |
ateş/tutkunoun (intensity) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Frank is a passionate speaker on this topic; I admire his ardor. |
zırhnoun (hard combat gear) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the Middle Ages, knights wore armor when they competed in jousting tournaments. |
İngilizce öğrenelim
Artık UK'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
UK ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.