İngilizce içindeki leading question ne anlama geliyor?

İngilizce'deki leading question kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte leading question'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki leading question kelimesi önde gelen, ön, öndeki, liderlik, liderlik, satır aralığı, yol göstermek, kılavuzluk etmek, yönetmek, komuta etmek, kumanda etmek, yönetmek, idare etmek, yol açmak, yönlendirmek, teşvik etmek, önde olmak, yaşam sürmek, baş, ilk sıradaki, birinci, uzun, kurşun, tartı, mermi, (kurşun kalem) ucu, uç, satır arası, aralık, liderlik, ilk sıra, mesafe, en öndeki oyuncu, ipucu, başrol, giriş kısmı, giriş bölümü, örnek, liderlik, önderlik, ilk oynama, ilk oynama hakkı, ilk oynanan kart, bağlantı kablosu, ara kablosu, avantaj, tasma, potansiyel müşteri, iş fırsatı, , kayış, tasma kayışı, önden gitmek, önde olmak, önde gitmek, saldırıya geçmek, , idare etmek, etkilemek, kartlarını açmak, nişan almak, önüne atmak, önde olmak, önünde olmak, yönetmek, ilk olarak oynamak, idare etmek, son (teknoloji, vb.), ön cephe, başrol oyuncusu kadın, başroldeki kadın, (diğer insanlara örnek olan) saygın/seçkin kimse, ışık saçan kimse, başrol oyuncusu erkek, başroldeki erkek, -e yol açan, -e giden, -den önce gelen, -e hazırlık aşamasındaki anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

leading question kelimesinin anlamı

önde gelen

adjective (figurative (top, foremost)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The professor is a leading expert in his field.
Profesör, bu alanın önde gelen uzmanlarından biridir.

ön, öndeki

adjective (in front)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Everyone was held up when the leading car in the procession broke down.

liderlik

adjective (directing, leadership)

His leading ability is not what it should be.

liderlik

noun (an act of leadership)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Leading is not what he does best. He is a thinker.

satır aralığı

noun (printing: line-spacing)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The leading line in a paragraph can be indented.

yol göstermek, kılavuzluk etmek

transitive verb (guide)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The tour guide leads the people through the city.
Turist rehberi, şehri gezen turistlere kılavuzluk etti.

yönetmek

(head)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The priest leads the congregation in prayer.

komuta etmek, kumanda etmek

transitive verb (command)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The general leads his troops well, so they do what he orders.

yönetmek, idare etmek

transitive verb (head, manage)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The chief inspector leads the investigation.

yol açmak

(figurative (bring about) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The employee's habitual tardiness led to his dismissal. Drinking too much alcohol can lead to liver disease.

yönlendirmek

(direct)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Lead them to agreement with logical arguments.

teşvik etmek

verbal expression (cause, prompt)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Jennifer's interest in animals led her to becoming a vet.

önde olmak

transitive verb (go ahead)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The German cyclist is currently leading the race.

yaşam sürmek

transitive verb (live)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My grandfather led a hard life.

baş

adjective (principal)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The lead speaker brought the audience to its feet with his wit. The lead story in the paper is about the bribery scandal.

ilk sıradaki, birinci

adjective (first; in front of others)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The lead runner was on second base.

uzun

adjective (American Football pass: made into space) (Amerikan futbolunda pas türü)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The lead pass arrived at midfield just as the receiver got there.

kurşun

noun (chemistry: element)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The screen was made of lead to prevent X-rays from passing through.
Ekran, x-ışınlarının geçmesini önlemek üzere kurşundan yapılmıştı.

tartı

noun (weight made of lead)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Pass me those two leads please. I need to weigh this down.

mermi

noun (informal (shot, bullets)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The gangster filled his rival with lead.

(kurşun kalem) ucu

noun (pencil: graphite)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The lead broke on this pencil, so I have to sharpen it.
Kalemimin ucu kırıldı, kalemtraş kullanmam lazım.

noun (printing: line spacing metal)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The typesetter cut a lead to fit the line, and put it in the composing stick.

satır arası, aralık

noun (printing: line space)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Add another lead between those lines, so there will be more separation between them.

liderlik, ilk sıra

noun (first place) (yarış, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Ben hadn't trained for the race, so the lead wasn't a position he expected to find himself in.

mesafe

noun (margin)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He had a lead of three minutes over the next runner.
Gerisindeki koşucuyla aralarında üç dakikalık bir mesafe vardı.

en öndeki oyuncu

noun (competitor: in front of others)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The lead is a Nigerian runner.

ipucu

noun (clue, indication)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The investigator caught the thief after finding the important lead.

başrol

noun (principal role)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Do you know who is going to play the lead in this movie? The lead in the film was a famous actress.

giriş kısmı, giriş bölümü

noun (journalism: introduction) (makale, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The article's lead stated all the main facts.

örnek

noun (example)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Follow my lead, and you will be a success.

liderlik, önderlik

noun (leadership)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The whole team followed his lead.
Tüm takım, onun liderliği altında birleşti.

ilk oynama

noun (cards: playing first) (iskambil)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
John took the lead and played first.

ilk oynama hakkı

noun (cards: right to play first) (iskambil)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It is your lead. Go ahead and play.

ilk oynanan kart

noun (cards: suit played first) (iskambil)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The lead was an ace of hearts.

bağlantı kablosu, ara kablosu

noun (electricity: connecting wire)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
First, connect the red lead to the brown connector.

avantaj

noun (head start) (önde başlama)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The hunter gave the target a lead of about a metre.

tasma

noun (UK (leash for a dog) (köpek)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Dogs must be kept on a lead at all times in this park.

potansiyel müşteri

noun (business: potential customer)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Max uses social media to generate leads for his business.

iş fırsatı

noun (business: opportunity)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

noun (horse leg placement at canter)

If your horse begins to tire, changing the lead to its right leg may help.

kayış, tasma kayışı

noun (horse: rope for leading)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The rider attached the lead to the horse's halter.

önden gitmek

intransitive verb (go first)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
If you lead, I'll follow.

önde olmak, önde gitmek

intransitive verb (be ahead of others)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The runner leads by thirty metres.

saldırıya geçmek

intransitive verb (take the offensive)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The boxer led with his left fist.

intransitive verb (baseball: runner's movement)

Runners often lead with two outs.

idare etmek

intransitive verb (guide dance partner) (dans)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't know this dance. You will have to lead.

etkilemek

transitive verb (influence)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The president is able to lead public opinion with his comments to the press.

kartlarını açmak

transitive verb (cards: play first)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He led an ace of hearts.

nişan almak

transitive verb (aim a gun)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Lead the target by a foot or two.

önüne atmak

transitive verb (throw ball ahead of [sb]) (top, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Don't throw the ball where he is, you need to lead him by throwing ahead of him.

önde olmak, önünde olmak

transitive verb (hold advantage over)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He led the other runner by 30 meters.

yönetmek

transitive verb (music: conduct a group) (orkestra, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The conductor has led this orchestra for two years.

ilk olarak oynamak

transitive verb (cards: play first) (iskambil)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You lead this hand. Throw your card.

idare etmek

transitive verb (dance partner: guide) (dans)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He gracefully lead his partner in the waltz.

son (teknoloji, vb.)

noun (figurative (forefront of a trend)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Mainframe computers used to be the leading edge of technology.

ön cephe

noun (plane: front of wing) (uçak)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The jet lost a 2.4 metre long section of the tail wing's leading edge after takeoff.

başrol oyuncusu kadın, başroldeki kadın

noun (actress in central role)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Katherine Hepburn often played the leading lady in her films.

(diğer insanlara örnek olan) saygın/seçkin kimse, ışık saçan kimse

noun (figurative (person: inspirational) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Jacobi has been a leading light of the theatre through most of his career.

başrol oyuncusu erkek, başroldeki erkek

noun (actor in central role)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Bellamy was the leading man in many low-budget action movies.

-e yol açan

preposition (resulting in)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Growing prosperity is another factor leading to increased demand.

-e giden

preposition (going towards)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He walked along the road leading to the city centre.

-den önce gelen

preposition (preceding)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

-e hazırlık aşamasındaki

preposition (preparatory to)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

İngilizce öğrenelim

Artık leading question'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.