İngilizce içindeki fire ne anlama geliyor?
İngilizce'deki fire kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte fire'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki fire kelimesi ateş, alev, yangın, ateş, ateşlemek, işten atmak, işten kovmak, işten çıkarmak, ateşlemek, ateş etmek, ateş etmek, parlaklık, parıltı, şevk, zorlu tecrübe, güç deneyim, silah ateşi, yanmak, parlamak, hırslanmak, çalışmak, çalışmak, yakmak, tutuşturmak, yakıt koymak, çalıştırmak, pişirmek, alevlendirmek, esinlemek, ilham vermek, fırlatmak, ateş etmek, ateş etmek, silahı ateşlemek, vurmak, vurulmak, vurmak, vurmak, vurup öldürmek, film çekmek, çekim yapmak, fotoğraf çekmek, Hay Allah! Tüh!, fidan, av, çekim, fotoğraf çekimi, atış yapmak, oynamak, misket oynamak, fırlamak, fotoğraf çekmek, çekim yapmak, şut çekmek, sızlamak, konuşmak, konuşmaya başlamak, sismik ölçüm yapmak, deprem ölçümü yapmak, yerini belirlemek, zar atmak, atış yapmak, resmini çekmek, fotoğrafını çekmek, şut atmak, enjekte etmek, soru sormaya başlamak, ateşlemek, ateşlemek, ateş etmek, mesaj atmak, soru yağmuruna tutmak, çalıştırmak, heyecanlandırmak, coşturmak, başlatmak, yangına körükle gitmek, kamp ateşi, alev almak, coşkulandırmak, ateşkes, ateşkes, çapraz ateş, ateşli tartışma, yangın söndürücü, yangın söndürme aleti, yangın alarmı, itfaiye, yangın talimi, yangın çıkışı, yangın çıkışı, yangın söndürücü, itfaiye vanası, yangın sigortası, itfaiye binası, itfaiye aracı, ateş etmek, itfaiyeci, yangın söndürme, itfaiyecilik, tamir, onarım, güvenlik duvarı, yangın duvarı, orman yangını, su pompası, ateş hattı, ateş hattı, yanan, tutuşmuş, başarılı, ateş açmak, açık ateş, ateşle oynamak, kükreyen ateş, ateşe vermek, yakmak, ateşe vermek, heyecanlandırmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
fire kelimesinin anlamı
ateş, alevnoun (combustion) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Fire produces heat and light. |
yangınnoun (in a building) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There was a fire in an old warehouse nearby. Yakınlardaki eski depoda yangın çıktı. |
ateşnoun (for cooking, camping) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They hung a kettle over the fire. Çaydanlığı ateşe koydu. |
ateşlemektransitive verb (gun: shoot) (silah, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They fired their guns. Hırsız tabancasıyla ateş etti. |
işten atmak, işten kovmak, işten çıkarmaktransitive verb (dismiss [sb] from a job) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The boss fired Eugene for being late each morning. // Maria was fired from her job last week. |
ateşlemek, ateş etmekintransitive verb (shoot a weapon) (silah) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Aim your weapon, then fire. |
ateş etmek(shoot a weapon at) (birisine, bir şeye) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The soldiers were firing at the enemy. |
parlaklık, parıltınoun (figurative (gem brilliance) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Diamonds must be cut to show their fire. |
şevknoun (figurative (ardour) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She was full of fire and energy. |
zorlu tecrübe, güç deneyimnoun (figurative (arduous trial) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He went through fire to try to find her again. |
silah ateşinoun (guns, firearms: shooting) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He could hear the fire of guns nearby. |
yanmakintransitive verb (burn) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The kindling began to fire. |
parlamakintransitive verb (very dated, poetic, figurative (glow) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Dawn fired in the east. |
hırslanmakintransitive verb (figurative (become passionate) (mecazlı) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He fired and fumed at the news. |
çalışmakintransitive verb (have ignition in a cylinder) (motor, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Eventually, the engine fired and they drove home. |
çalışmakintransitive verb (neuron activity) (beyin hücreleri) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The neurologist ordered several tests to determine whether the patient's neurons were firing properly. |
yakmak, tutuşturmaktransitive verb (set alight) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) They fired the big pile of rubbish they had collected. |
yakıt koymaktransitive verb (supply fuel) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You should fire the boiler with anthracite coal. |
çalıştırmaktransitive verb (ignite) (motor, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Go ahead and fire the engine. |
pişirmektransitive verb (kiln) (çömlek, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The potter fires her stoneware in a kiln. |
alevlendirmektransitive verb (figurative (emotions: inflame) (duyguları) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Her kiss fired his passion even more. |
esinlemek, ilham vermektransitive verb (figurative (inspire) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The sight fired her imagination. |
fırlatmaktransitive verb (figurative (throw) (mecazlı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He fired a ball through the open window. |
ateş etmekintransitive verb (fire a gun) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Robert's father taught him to shoot when he was a little boy. |
ateş etmek(fire a gun at) (birisine, bir şeye) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The soldiers shot at the enemy. Askerler düşmana ateş etti. |
silahı ateşlemektransitive verb (gun: fire) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He shot the gun. |
vurmaktransitive verb (kill with gun, etc.) (silahla) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Where did you shoot that deer? |
vurulmak, vurmak(wound by firing gun, etc.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The soldier was shot in the leg. Asker bacağından vurulmuştu. |
vurmak, vurup öldürmektransitive verb (execute by gunfire) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The prisoner was shot by the firing squad. |
film çekmek, çekim yapmaktransitive verb (film) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They are shooting the movie in Canada. |
fotoğraf çekmektransitive verb (photo: take) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The photographer shot 50 photos. |
Hay Allah! Tüh!interjection (US, slang, euphemism (annoyance) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Shoot! I forgot his birthday! Hay Allah! Doğumgününü unutmuşum! |
fidannoun (botany: sprout) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) From the eight seeds we got five shoots growing. |
avnoun (hunt) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They went on a turkey shoot. |
çekimnoun (informal (filming session) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The shoot will be on location in Iceland. |
fotoğraf çekiminoun (informal (photo shoot: photography session) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Zelda is at the shoot working as a camera assistant. |
atış yapmakintransitive verb (sport: aim at goal) (spor) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The basketball player decided to pass instead of shoot. |
oynamakintransitive verb (pool, billiards: play, hit) (bilardo, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) It's your turn to shoot. Try to knock the 7-ball in. |
misket oynamakintransitive verb (play marbles) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The experienced marble player was able to shoot very well. |
fırlamakintransitive verb (informal (move quickly) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The kid shot across the field to get the ball. |
fotoğraf çekmekintransitive verb (photograph) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You better shoot before it gets too dark! |
çekim yapmakintransitive verb (film) (film) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They shot all day long, but got the scenes that they wanted. |
şut çekmekintransitive verb (ball: aim at target) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He shot just as time ran out in the game. |
sızlamakintransitive verb (pain: pass through body) (ağrı) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The pain shot up his arm after he hit his elbow. |
konuşmak, konuşmaya başlamakintransitive verb (slang (speak) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I want to hear your opinion. When you're ready, shoot. |
sismik ölçüm yapmak, deprem ölçümü yapmaktransitive verb (take seismic reading) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The geologists will shoot and interpret the seismic data for you. |
yerini belirlemektransitive verb (star, planet: site) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The captain used a sextant to shoot the sun. |
zar atmaktransitive verb (dice: throw) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It's your turn. Shoot the dice! |
atış yapmaktransitive verb (golf: play, hit) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I shot a 69 yesterday! |
resmini çekmek, fotoğrafını çekmektransitive verb (take a photo of) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The fashion model allows only a few photographers to shoot pictures of her. |
şut atmaktransitive verb (ball: aim at goal) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The footballer shot the ball between the posts. |
enjekte etmektransitive verb (drug: inject) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The addict had been shooting heroin for years. |
soru sormaya başlamakphrasal verb, intransitive (slang, figurative (begin asking questions) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Professor, could we ask you a few questions? "Sure! Fire away." |
ateşlemekphrasal verb, intransitive (informal (begin shooting) (silah) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When you have a clear shot at the deer, fire away. |
ateşlemek, ateş etmekphrasal verb, transitive, separable (shot) (silah) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The gunman fired off three shots before the police captured him. |
mesaj atmakphrasal verb, transitive, separable (figurative, informal (letter, e-mail: write and send quickly) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Tom fired off an e-mail to the sales manager. |
soru yağmuruna tutmakphrasal verb, transitive, separable (figurative, informal (rapid questions) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You fired off ten questions but didn't listen to the answers. |
çalıştırmakphrasal verb, transitive, separable (start ignition of) (motor) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I pressed the starter button, fired up the engine, and took off into a cloudless blue sky. |
heyecanlandırmakphrasal verb, transitive, separable (figurative (excite, enthuse) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The inspirational speech fired up the audience. |
coşturmakphrasal verb, transitive, separable (figurative (stimulate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) A walk through the forest on a chill day fires up my senses. |
başlatmakphrasal verb, transitive, separable (figurative (start: computer system, etc.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Lucie fired up her computer and clicked on the email icon. |
yangına körükle gitmekverbal expression (figurative (exacerbate the issue) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Shouting at angry pupils is only likely to add fuel to the fire. |
kamp ateşinoun (fire made of twigs) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) That evening we all sat around a camp fire drinking beer and telling ghost stories. |
alev almakverbal expression (ignite) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Gasoline can catch fire very easily. If you knock that candle onto the rug, it will catch on fire. |
coşkulandırmakverbal expression (figurative (create enthusiasm) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
ateşkes(war: stop fighting) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The two sides agreed to cease fire. |
ateşkesnoun (truce, end to hostilities) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The armies decided to have a ceasefire at Christmas. |
çapraz ateşnoun (point where gunshots cross) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) One soldier was injured in the crossfire. |
ateşli tartışmanoun (figurative (heated exchange of opinions) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Don't get caught in the crossfire between my aunt and uncle; their arguments are vicious. |
yangın söndürücü, yangın söndürme aletinoun (device for putting out fire) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I smell smoke--quick, bring the extinguisher! |
yangın alarmınoun (siren or bell warning of fire) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Someone set off the fire alarm at 3 am and the entire hotel had to be evacuated. You often have to smash a glass panel to activate a fire alarm. |
itfaiyenoun (fire-fighting unit) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Someone called the fire department after we lit our bonfire. The fire brigade took five hours to put out the house fire. |
yangın taliminoun (evacuation procedure) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We had a fire drill at the office today. |
yangın çıkışınoun (emergency stairway) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the event of fire, please use the fire escape to descend to the ground floor. |
yangın çıkışınoun (emergency way out) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The fire exit must be unlocked and kept clear. |
yangın söndürücünoun (appliance for putting out fires) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Some fire extinguishers contain water and others foam. |
itfaiye vanasınoun (water pump) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
yangın sigortasınoun (insurance against loss due to fire) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The bank requires borrowers to carry fire insurance for the house. |
itfaiye binasınoun (place where fire engines are kept) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The girl scouts visited the fire station to learn about fire safety. |
itfaiye aracınoun (fire fighting vehicle) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Most fire trucks are painted red. |
ateş etmek(with weapon: shoot) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) As soon as I give the order, fire upon the battleship. |
itfaiyecinoun (member of fire brigade) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Firefighters were called to tackle the blaze. |
yangın söndürmenoun (act of combatting fires) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The firefighting went on for days as crews tried to get the wildfires under control. |
itfaiyeciliknoun (fighting fires) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Firefighting is a very dangerous occupation. |
tamir, onarımnoun (figurative (efforts to fix tackle problem) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The computer system's so messed up that we spend most of our time on firefighting. |
güvenlik duvarınoun (figurative (computing: security program) (bilgisayar) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You may have to disable your firewall to install the program. |
yangın duvarınoun (fireproof wall) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There's a firewall between every other room in the hotel. |
orman yangınınoun (fire in a woodland area) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There's a high risk of forest fires in that area due to lack of rain. |
su pompasınoun (water pump) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) It's illegal to park in front of a hydrant. |
ateş hattınoun (path of a bullet) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They are sending that soldier forward in the battle, where he will be in the direct line of fire. |
ateş hattınoun (figurative (vulnerable position) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The president of the company is in the line of fire of shareholders' crticisms. |
yanan, tutuşmuşadjective (burning) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The car was on fire for about two hours. |
başarılıadjective (figurative, slang (performing well) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Sharon has answered every question correctly so far; she's on fire today! |
ateş açmak(start shooting) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They opened fire as soon as they saw his gun. If you see a wolf, go ahead and open fire. |
açık ateşnoun (fire in unenclosed fireplace) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There's an open fire in the living room. |
ateşle oynamakverbal expression (figurative (risk danger) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Computer users are playing with fire if they don't keep their anti-virus software up to date. Driving at such high speeds is playing with fire. |
kükreyen ateşnoun (figurative (coal or wood fire) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The Boy Scouts sat round the roaring fire telling ghost stories. |
ateşe vermekverbal expression (set alight) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) He set fire to his own house to collect the insurance money. |
yakmak, ateşe vermekverbal expression (set light to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) To cover up the murder, the killer set his victim's house on fire. |
heyecanlandırmakverbal expression (figurative, slang (excite) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) That catchy new song has set the whole country on fire. |
İngilizce öğrenelim
Artık fire'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
fire ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.