İngilizce içindeki broken ne anlama geliyor?

İngilizce'deki broken kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte broken'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki broken kelimesi bozuk, kırık, kırılmış, kopmuş, kopuk, kopan, tutulmamış, yerine getirilmemiş, kırık, bozuk, eksik, noksan, kırık, engebeli, kırmak, kırmak, son vermek, sona erdirmek, kırılmak, bozulmak, çalışmamak, ara, tatil, kırık, çıkık, ara, şans, talih, aralık, değişme, değişiklik, kaçış, ayrılma, ayrılık, kalınlaşma, topları dağıtmak, topları kırmak, patlamak, kesilmek, ara vermek, gün doğmak, gün ağarmak, bozulmak, kalınlaşmak, ara vermek, ihlal etmek, çiğnemek, etkisini azaltmak, iptal etmek, benzetmek, haklamak, bozmak, bozmak, delip geçmek, şifreyi çözmek, deşifre etmek, kaçmak, firar etmek, kırmak, iflas ettirmek, kavisli atmak, bozmak, yarmak, çözmek, terbiye etmek, yayınlamak, servisi kırmak, aksini ispatlamak, aksini kanıtlamak, geçmek, zorla girmek, (okul) teneffüs, paydos, duvar girintisi/oyuğu, niş, (mahkeme) ara, (davaya, toplantıya, vb.) ara vermek, yerleştirmek, köhne, kırık kalp, kırık, kırılmış, üzgün, ayrılmış, üzgün, kederli anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

broken kelimesinin anlamı

bozuk

adjective (not working)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The broken clock couldn't be fixed.
Bozuk saat tamir edilemedi.

kırık, kırılmış

adjective (fragmented)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The broken plate had to be glued back together.
Kırık tabağın zamkla yapıştırılması gerekiyordu.

kopmuş, kopuk, kopan

adjective (severed)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The broken chain hung from the swinging gate.

tutulmamış, yerine getirilmemiş

adjective (promise, vow: not kept) (söz, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He no longer trusted her after the broken promises.
Tutulmamış sözlerden sonra artık kadına güvenmiyordu.

kırık

adjective (badly spoken) (lisan)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He spoke in broken English that was hard to understand.

bozuk

adjective (health) (sağlık)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
His broken health led them to put him in the nursing home.

eksik, noksan

adjective (incomplete)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The set of books was broken, with one of the eight volumes missing.

kırık

adjective (line: not continuous) (çizgi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
She drew a broken line to show where the property ended.

engebeli

adjective (uneven)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The broken ground was difficult to play football on.

kırmak

transitive verb (smash: into pieces)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
If you play ball in the house, you will break something.

kırmak

transitive verb (fracture a bone) (kolunu, bacağını, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Alan broke his arm when he fell. Janis broke two ribs when she slipped on the ice.

son vermek, sona erdirmek

transitive verb (figurative (end [sth]) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The home team broke the champions' winning streak.
Ev sahibi takım rakip takımın şampiyonluğuna son verdi.

kırılmak

intransitive verb (fragment, shatter)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The window broke, and now there's glass all over the floor.

bozulmak, çalışmamak

intransitive verb (stop functioning)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Our old television finally broke.
Eski televizyonumuz sonunda bozuldu.

ara

noun (rest)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A break from training gave the football players a rest.

tatil

noun (in schedule: holiday) (okul)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There will be no classes until after Christmas break.
Dersler Noel tatilinden sonra tekrar başlayacaktır.

kırık, çıkık

noun (person: fracture)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Will suffered a bad break when he went skiing.

ara

noun (suspension, pause)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
A break from discussions will give us time to gather more information.

şans, talih

noun (slang (fortunate event)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Miranda went to Hollywood, looking for her big break.

aralık

noun (gap)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The children slipped through a break in the fence.

değişme, değişiklik

noun (weather: change) (hava)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
They are waiting for a break in the storm.

kaçış

noun (rush to escape)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The guards weren't expecting the prisoners' break for the door.

ayrılma, ayrılık

noun (informal (relationship rupture) (sevgiliden, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Sam is heading for a break with his girlfriend.

kalınlaşma

noun (voice change) (ses)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The break in his voice is a sign of puberty, as he goes from bass to alto with no control.

topları dağıtmak, topları kırmak

intransitive verb (pool: scatter balls) (bilardo)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When I play pool, I always like to break.

patlamak

intransitive verb (burst)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The water balloon broke.

kesilmek

intransitive verb (be disconnected) (bağlantı, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The long-distance connection broke.

ara vermek

intransitive verb (pause) (toplantıya, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The meeting will break at noon.

gün doğmak, gün ağarmak

intransitive verb (dawn)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dawn is about to break.

bozulmak

intransitive verb (health: fail) (sağlık)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
His health broke after years of toil.

kalınlaşmak

intransitive verb (voice: change) (sesi)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
His voice started to break when he was 13.

ara vermek

(pause, interrupt activity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After an hour's discussion, the committee broke for a coffee and a bite to eat.

ihlal etmek, çiğnemek

transitive verb (infringe)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The drag racers broke the speed limit.

etkisini azaltmak

transitive verb (lessen impact of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The boxer's blocking move broke the force of his opponent's blow.

iptal etmek

transitive verb (sever, annul)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The actor wants to break his contract.

benzetmek, haklamak

transitive verb (destroy)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The boxer threatened to break his opponent.

bozmak

transitive verb (set: remove a piece) (seti, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The collector doesn't want to break the set.

bozmak

transitive verb (US, slang (money: give change) (parayı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can you break a dollar?

delip geçmek

transitive verb (penetrate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The drill broke through the door of the safe.

şifreyi çözmek, deşifre etmek

transitive verb (decode)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The army is trying to break the enemy code.

kaçmak, firar etmek

transitive verb (US, slang (escape)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The convicts broke jail.

kırmak

transitive verb (sports: better a score) (rekor, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Our team broke the record for number of games won.

iflas ettirmek

transitive verb (figurative, slang (bankrupt)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The card shark broke the house.

kavisli atmak

transitive verb (baseball: curveball) (topu, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The pitcher broke a wicked curve that got the corner of the plate.

bozmak

transitive verb (figurative (wear [sth] down) (moral, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The interrogation broke the soldier's spirit.

yarmak

transitive verb (rupture [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Bubbles broke the surface of the water.

çözmek

transitive verb (figurative (solve [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
No matter what I try, I can't break this problem.

terbiye etmek

transitive verb (animals: tame)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The cowboy tried to break the new stallion.

yayınlamak

transitive verb (media: publish [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
A newspaper broke the story.

servisi kırmak

transitive verb (tennis: win when opponent served) (tenis)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The challenger broke his opponent's serve.

aksini ispatlamak, aksini kanıtlamak

transitive verb (US, slang (disprove)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The police broke his alibi.

geçmek

transitive verb (surpass)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The man was cited for breaking the speed limit.

zorla girmek

phrasal verb, transitive, inseparable (enter by force)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Criminals broke into the house.

(okul) teneffüs, paydos

noun (school: pause from lessons)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Tim couldn't wait for recess and the chance to get out of this boring math class.

duvar girintisi/oyuğu, niş

noun (architecture: alcove)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There are three deep recesses in the wall.

(mahkeme) ara

noun (court: break)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The defence asked for a short recess to examine the new evidence.

(davaya, toplantıya, vb.) ara vermek

intransitive verb (court: break)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The court will recess for lunch.

yerleştirmek

transitive verb (usually passive (lights)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Amanda recessed the lights in her living room.

köhne

adjective (dilapidated)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The house was old and its broken-down roof was letting in the rain.

kırık kalp

noun (figurative (grief at end of romance)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Susie left NIck with a broken heart.

kırık, kırılmış

adjective (in pieces)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Sara used broken-up cookies as a topping for her cake.

üzgün

adjective (figurative, slang (upset, hurt)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
She felt broken up because she lost her puppy.

ayrılmış

adjective (slang (no longer a couple) (çift)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
After a two-year stormy relationship, Mary and Bob are finally broken up for good.

üzgün, kederli

adjective (sorrowful, grieving)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I was brokenhearted when my girlfriend ran off and married someone else.

İngilizce öğrenelim

Artık broken'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

broken ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.