İngilizce içindeki make one's way ne anlama geliyor?

İngilizce'deki make one's way kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte make one's way'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki make one's way kelimesi yapmak, inşa etmek, imal etmek, imalat yapmak, yapmak, meydana getirmek, hazırlamak, neden olmak, sebep olmak, yol açmak, zorla yaptırmak, zorlamak, yaptırmak, etmek, marka, vücut yapısı, yorumlamak, yol almak, gitmek, yaratmak, oluşturmak, (karar) vermek, yapmak, yapmak, almak, yetişmek, yapmak, düzeltmek, yapmak, atamak, ulaşmak, oluşturmak, yapmak, erişmek, alınmak, kabul edilmek, eşit olmak, yapmak, baştan çıkarmak, yaratmak, oluşturmak, ulaşmak, yer almak, kazanmak, katılmak, kazanmak, -e doğru gitmek, meydana getirmek, sayılmak, öpüşüp barışmak, yatağı toplamak/düzeltmek, doğruca gitmek, dosdoğru/hemen gitmek, iddiaya tutuşmak, bahse girmek, fiyat teklif etmek, kötü yapmak, kaçmaya çalışmak, kaçmayı denemek, telefonla aramak, telefon açmak, aramak, lehinde delil göstermek, değişiklik yapmak, geri dönmek, geri gelmek, dönüş yapmak, eski gücüne/formuna kavuşmak, randevulaşmak, ile iş yapmak, anlaşma sağlamak, karar vermek, çentik yapmak, azaltmak, fark yaratmak, kendini aptal durumuna düşürmek, servet kazanmak, komik yüz ifadeleri yapmak, şikayet etmek, sorun etmek, üzerine titremek, çok beğenmek, başarı kazanmak, büyük kar etme, geçimini sağlamak, zarar etmek, işaret koymak, iz bırakmak, ortalığı batırmak, kirletmek, pisletmek, berbat etmek, hata yapmak, el işareti yapmak, teklif sunmak, önerge vermek, gitmek, harekete geçmek, asılmak, önemli bir şeye değinmek, özellikle vurgulamak, (birşeyi) adet edinmek, adet haline getirmek, konuşma yapmak, ziyaret etmek, ziyarette bulunmak, ziyaret yapmak, değişiklik yapmak, telafi etmek, kendini affettirmek, randevu almak, -den randevu almak, randevu ayarlamak, kendini rezil etmek, çaba sarf etmek, çaba göstermek, girmek, çıkmak, gösterişli bir biçimde girmek/giriş yapmak, not düşmek, izlenim yaratmak, intiba uyandırmak, etkilemek, yapar gibi görünmek, sağlamak, haberdar etmek, bildirmek, -i bildirmek, hayal, -miş gibi yapmak, hayali, iyileştirmek, geliştirmek, açıklık getirmek, (ortak bir amaç için) birisiyle birlikte hareket etmek/işbirliği yapmak, iletişim kurmak, temas kurmak, sohbet etmek, yetinmek, idare etmek, ile yetinmek, ile idare etmek, ile yetinmek, ile idare etmek, ay sonunu getirmek, kendini evinde hissettirmek, arkadaş edinmek, arkadaşlık kurmak, dostluk kurmak, barışmak, alay etmek, dalga geçmek, alaya almak, dalgaya almak, başarılı olmak, tazmin etmek, ödemek, telafi etmek, karşılamak, iyi kullanmak/değerlendirmek, mutlu etmek, acele etmek, çabuk olmak, ilerleme kaydetmek, ilerlemek, anlamasına/görmesine yardım etmek, başarılı olmak, başarmak, yapmak, zamanında varmak, vaktinde varmak, zamanında bitirmek, hayatta kalmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

make one's way kelimesinin anlamı

yapmak, inşa etmek

transitive verb (construct)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The children made houses with blocks.
Çocuklar, oyuncak bloklardan evler yaptılar.

imal etmek, imalat yapmak

transitive verb (manufacture)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That factory makes bolts.
O fabrika, cıvata imalatı yapmaktadır.

yapmak, meydana getirmek

transitive verb (fashion)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The weavers made a hat from palm fronds.
Dokumacılar, palmiye yapraklarından şapka yaptılar.

hazırlamak

transitive verb (prepare)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
My mother wants to make a cake for my party.

neden olmak, sebep olmak, yol açmak

transitive verb (create, cause)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dogs made a commotion in the street.
Köpekler, sokakta kargaşaya neden oldular.

zorla yaptırmak

verbal expression (compel)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
My parents make me eat vegetables.

zorlamak

transitive verb (informal (force)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I won't go! You can't make me!

yaptırmak

transitive verb (cause to)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He never fails to make me laugh.

etmek

transitive verb (+ adj: cause to be) (mutlu, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
You make me happy.

marka

noun (brand)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
What make of car do you drive? Toyota? What make is your computer?

vücut yapısı

noun (build, stature)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He is of a lean make, and could be an excellent athlete.

yorumlamak

verbal expression (interpret)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't know what to make of his actions. What do you make of this car?

yol almak, gitmek

(move towards) (bir yere doğru)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The fleet made for port.

yaratmak, oluşturmak

transitive verb (bring into existence)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Let's make a baby!

(karar) vermek

transitive verb (take: a decision)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Tess must make a decision.

yapmak

transitive verb (perform: a speech) (konuşma, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
All of the candidates made speeches.

yapmak

transitive verb (enter into: agreement, deal) (anlaşma, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The parties involved made an agreement.

almak

transitive verb (fix: date, appointment) (randevu, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Please call first to make an appointment.

yetişmek

transitive verb (train, plane: reach in time) (otobüse, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I have to run if I want to make my train.

yapmak

transitive verb (put down: a payment) (ödeme, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Adam makes a payment on his car each month.

düzeltmek

transitive verb (bed: make tidy) (yatak, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The girls must make their beds every morning.

yapmak

transitive verb (establish: name) (isim, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Bill is trying to make a name for himself in the business.

atamak

transitive verb (appoint)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The president is going to make Chris a vice-president.

ulaşmak

transitive verb (achieve, reach)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The sales team hopes to make its numbers this month.

oluşturmak

transitive verb (establish, set)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Legislatures make laws.

yapmak

transitive verb (commit: a mistake, etc.) (hata, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I made a mistake when I spent that money.

erişmek

transitive verb (attain: position, rank)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Francis is trying to make Captain.

alınmak, kabul edilmek

transitive verb (informal (earn acceptance into) (takıma, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Only half of people at tryouts made the team.

eşit olmak

transitive verb (equal)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Two and two makes four.

yapmak

transitive verb (be the essence of)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
What makes a good writer?

baştan çıkarmak

transitive verb (US, slang (seduce)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He may try to make her, but he won't succeed.

yaratmak, oluşturmak

transitive verb (reach, form)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Leanne is always quick to make judgments.

ulaşmak

transitive verb (arrive at)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The ship made port early in the morning.

yer almak

transitive verb (informal (appear on) (haber programında, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The disaster made the evening news.

kazanmak

transitive verb (score: a goal, etc.) (puan, sayı, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The player made a goal in the second period.

katılmak

transitive verb (informal (manage to attend)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sorry I couldn't make yesterday's meeting.

kazanmak

transitive verb (earn)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Jeff makes $80,000 a year.

-e doğru gitmek

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (head towards)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We turned the boat around and made for the nearest harbour.

meydana getirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (produce, create: situation)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Good teamwork makes for greater productivity in the workplace.

sayılmak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (be, count as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That reply makes for a good example of sarcasm.

öpüşüp barışmak

verbal expression (informal, figurative (be reconciled)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The pair kissed and made up after a nine-year feud.

yatağı toplamak/düzeltmek

verbal expression (arrange bed linen)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Every morning, my mom insists that I make my bed before I leave for school.

doğruca gitmek, dosdoğru/hemen gitmek

verbal expression (informal (head directly towards)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Whenever I'm in a candy store I make a beeline for the chocolates.

iddiaya tutuşmak, bahse girmek

verbal expression (wager, gamble)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Do you want to make a bet on this fight?

fiyat teklif etmek

verbal expression (offer to buy [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I made a bid on the stuffed moose in the auction and ended up winning it.

kötü yapmak

verbal expression (informal (do [sth] poorly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

kaçmaya çalışmak, kaçmayı denemek

verbal expression (informal (run towards)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Six monkeys jumped the electric fence and made a break for freedom.

telefonla aramak, telefon açmak

verbal expression (informal (phone [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Do you mind waiting five minutes while I make a call?

aramak

verbal expression (informal (phone [sb]) (telefonla birisini)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Hold on a second, I just have to make a call to my supervisor.

lehinde delil göstermek

verbal expression (argue in favour: of [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He had a tough job making a case for being a vegan.

değişiklik yapmak

verbal expression (amend [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

geri dönmek, geri gelmek, dönüş yapmak

verbal expression (popular again)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The pop singer made a comeback after appearing on a reality TV show.

eski gücüne/formuna kavuşmak

verbal expression (active again)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He made a comeback, taking silver in the Olympics after four years in retirement.

randevulaşmak

verbal expression (arrange [sth] for a specific day)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I made a date with her for Friday; we are going out to dinner.

ile iş yapmak

verbal expression (do business)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The businessman took his partner out to lunch to make a deal.

anlaşma sağlamak

verbal expression (agree on [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We made a deal that I'd do the laundry if he did the dishes.

karar vermek

verbal expression (decide, choose)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We couldn't agree on where to eat, so I had to make a decision.

çentik yapmak

verbal expression (metal: leave an indentation)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The hailstones made dents in the roof of the car.

azaltmak

verbal expression (figurative, informal (reduce noticeably)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Paying for a new roof has really made a dent in my savings. Despite all the interruptions, I managed to make a dent in the work.

fark yaratmak

verbal expression (have a significant impact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Please give generously; your donations will make a difference. Josie is trying to make a difference by doing charity work.

kendini aptal durumuna düşürmek

verbal expression (do [sth] stupid)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't mind being wrong, but I hate making a fool of myself.

servet kazanmak

verbal expression (informal (win, earn a vast amount of money)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That businesswoman has made a fortune in retail.

komik yüz ifadeleri yapmak

verbal expression (informal (make silly facial expression)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
To make me laugh, my dad made funny faces at me.

şikayet etmek

verbal expression (informal (complain about [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
One of the customers was making a fuss at the teller's counter.

sorun etmek

verbal expression (informal (fret over trivial things)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Oh, it's only a grazed knee – stop making a fuss!

üzerine titremek

verbal expression (informal (pay a lot of attention to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The boss brought his dog to work yesterday and everyone made a fuss of it.

çok beğenmek

verbal expression (informal (show great admiration for)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Nina got engaged yesterday! All the women in the office were making a fuss over her ring.

başarı kazanmak

verbal expression (informal (make it successful)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If we work hard on our relationship, we can make a go of it.

büyük kar etme

noun (slang, figurative (make a large profit) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
They made a killing last year buying up apartment buildings.

geçimini sağlamak

verbal expression (earn money)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sergei earns a living by driving a taxi. Stephen made his living by trading in stocks and shares.

zarar etmek

verbal expression (lose money)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My company made a loss last year and had to lay off three employees.

işaret koymak

verbal expression (write, draw or paint)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He made a mark on the pavement to show where to turn.

iz bırakmak

verbal expression (figurative (have an impact) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Dick Button made his mark on figure skating when he performed the first double axel jump.

ortalığı batırmak

verbal expression (create disorder or dirt)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You can have your mates round for the evening so long as you promise not to make a mess. The kids have been making chocolate cake and they've made a mess with the batter in the kitchen.

kirletmek, pisletmek

verbal expression (make [sth] disordered or dirty)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't make a mess of my nice clean living room.

berbat etmek

verbal expression (get [sth] wrong)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The new guy has made a mess of this project; I'm going to have to redo it all.

hata yapmak

verbal expression (commit an error)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Don't be afraid to make a mistake.

el işareti yapmak

verbal expression (gesture, move)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The old man made a motion to the children to come closer.

teklif sunmak, önerge vermek

verbal expression (at meeting: propose [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She made a motion to adjourn the meeting.

gitmek

verbal expression (informal (leave)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He was tired of this town, so he decided to make a move.

harekete geçmek

verbal expression (figurative, informal (begin, act)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jane thought it was the right time to make a move and open her own restaurant.

asılmak

verbal expression (informal (try to seduce) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

önemli bir şeye değinmek

verbal expression (say [sth] significant)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Will you stop interrupting me? I'm trying to make a point here!

özellikle vurgulamak

verbal expression (emphasize)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This chef makes a point of cooking with locally sourced ingredients.

(birşeyi) adet edinmek, adet haline getirmek

verbal expression (be in the habit of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Most doctors do not make a practice of calling on patients in their homes.

konuşma yapmak

verbal expression (address an audience)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
At the birthday party everyone asked Grandpa to make a speech. The father of the bride gave a speech, welcoming his new son-in-law to the family.

ziyaret etmek, ziyarette bulunmak, ziyaret yapmak

verbal expression (informal (go to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My tooth hurts; I need to make a visit to the dentist.

değişiklik yapmak

(compensate for a wrong)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm sorry for what I did to you; how can I make amends?

telafi etmek

verbal expression (compensate for [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Henry wanted to make amends for his rude behaviour towards James.

kendini affettirmek

verbal expression (compensate [sb] for a wrong)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When he became sober, he decided to make amends to those he had hurt by his drinking.

randevu almak

verbal expression (patient, client)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you want an eye test, you need to make an appointment.

-den randevu almak

verbal expression (patient, client)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jane had toothache, so she made an appointment with the dentist.

randevu ayarlamak

verbal expression (secretary, etc.: for [sb] else) (birisi için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
'I've made you an appointment to see Dr Smith at 4pm on Monday,' the receptionist said.

kendini rezil etmek

verbal expression (slang (do [sth] stupid)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jim made an ass of himself when he turned up at work wearing differently coloured socks.

çaba sarf etmek, çaba göstermek

verbal expression (try hard)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You could give up smoking if you just made an effort. Let's all make an effort to get along.

girmek

verbal expression (into room) (oda, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Charles made an entrance into the study.

çıkmak

verbal expression (onstage) (sahneye)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When she says "Ah, Romeo, Romeo!" it's time to make your entrance.

gösterişli bir biçimde girmek/giriş yapmak

verbal expression (grandly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The red carpet is the place for celebrities to make an entrance before awards ceremonies.

not düşmek

verbal expression (in log, diary)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Dennis made an entry in his diary.

izlenim yaratmak, intiba uyandırmak

verbal expression (have impact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you want to make an impression socially, it is very important to remember people's names.

etkilemek

verbal expression (have impact on [sb]) (birisini)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Lily has certainly made an impression on Alan.

yapar gibi görünmek

verbal expression (informal (pretend, feint)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He made as if to throw the ball, but he actually ran with it instead.

sağlamak

verbal expression (provide)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The government will make £50 million available to support the project.

haberdar etmek

(bring [sth] to [sb]'s attention)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't know how to make him aware of how much he is hurting her feelings.

bildirmek

(notify, tell)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The office isn't open today. Someone should make him aware.

-i bildirmek

verbal expression (notify, tell)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

hayal

noun (pretending, esp. by children)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

-miş gibi yapmak

verbal expression (with clause: pretend)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

hayali

adjective (not real)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

iyileştirmek

(heal)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let me rub your aching back and make it better.

geliştirmek

(improve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

açıklık getirmek

transitive verb (clarify, state clearly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let me make clear that I don't object to the person, only to his policies. I just want to make it clear that I won't accept any swearing.

(ortak bir amaç için) birisiyle birlikte hareket etmek/işbirliği yapmak

verbal expression (join forces)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The union made common cause with the government in an effort to keep the factory from leaving town.

iletişim kurmak, temas kurmak

verbal expression (contact, communicate with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Perhaps one day aliens will make contact with the Earth.

sohbet etmek

verbal expression (difficult dialogue)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Making conversation can be one of the toughest aspects of going on a first date.

yetinmek, idare etmek

verbal expression (informal (be content with what is available)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We don't have much, but we'll make do.

ile yetinmek, ile idare etmek

verbal expression (informal (content oneself with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The shop had sold out of chocolate ice-cream, so Sally had to make do with vanilla instead.

ile yetinmek, ile idare etmek

verbal expression (do [sth] using limited resources)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You'll have to make do with what you can carry with you.

ay sonunu getirmek

verbal expression (figurative (have enough money to live on)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In the current economic crisis, a lot of families are finding it hard to make ends meet. I can't make ends meet with what you pay me.

kendini evinde hissettirmek

verbal expression (be welcoming) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

arkadaş edinmek

verbal expression (get to know people)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When you move to a new city, it can be hard to make friends. Jenny was so shy that she found it difficult to make friends at school.

arkadaşlık kurmak, dostluk kurmak

verbal expression (befriend [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I find it easy to make friends with new people.

barışmak

verbal expression (informal (be reconciled after a quarrel)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After breaking up the fight, Miss Leonard told the kids to shake hands and make friends.

alay etmek, dalga geçmek, alaya almak, dalgaya almak

transitive verb (informal (mock, ridicule)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The comedian tried to make fun of the man wearing glasses.

başarılı olmak

verbal expression (slang (become successful)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Phil certainly made good as co-founder of a successful IT company.

tazmin etmek

(compensate for)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

ödemek, telafi etmek, karşılamak

verbal expression (compensate [sb] for [sth]) (zarar, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The driver should make good for the damage he has caused to the other vehicle.

iyi kullanmak/değerlendirmek

verbal expression (utilize fully or effectively)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He made good use of the time he was allotted.

mutlu etmek

transitive verb (please, satisfy)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I agreed to attend the wedding to make my mother happy, although I utterly detest her new husband.

acele etmek, çabuk olmak

verbal expression (hurry)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He made haste to finish the job before nightfall.

ilerleme kaydetmek, ilerlemek

verbal expression (make progress)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's hard to make headway when you're bicycling into the wind.

anlamasına/görmesine yardım etmek

transitive verb (help him to understand)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I wish I could make him see how much I love him.

başarılı olmak, başarmak

verbal expression (slang (succeed)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In Hollywood, an Oscar nomination is a sign that you've made it.

yapmak

verbal expression (with adjective: ensure it is)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You owe Keith an apology and you'd better make it good; he's really upset.

zamanında varmak, vaktinde varmak

verbal expression (informal (arrive on time)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I thought I would miss the bus, but I made it!

zamanında bitirmek

verbal expression (informal (do [sth] in time)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I didn't think we'd get all the work finished by the deadline, but we made it in the end!

hayatta kalmak

verbal expression (informal (survive)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The doctors did all they could, but the accident victim didn't make it.

İngilizce öğrenelim

Artık make one's way'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.