İngilizce içindeki have a tendency ne anlama geliyor?
İngilizce'deki have a tendency kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte have a tendency'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki have a tendency kelimesi sahip olmak, sahip olmak, -meli, -malı, (hastalığı) olmak, geçirmek, sahip olmak, sahip olmak, -si olmak, -si bulunmak, almak, yemek, -miş, -mış, zengin olmak, varlıklı olmak, almak, teslim almak, birlikte olmak, yaptırmak, ettirmek, izin vermek, bildirmek, misafir etmek, konuk etmek, , gibi görünmek, gibi gözükmek, alakadar olmak, ilgilenmek, kontrolü eline almak, iddiada bulunmak, zor bir işi olmak, zorunda olmak, mecbur olmak, mecburiyetinde olmak, doğurmak, çocuk doğurmak, doğum yapmak, çocuğu olmak, çocuk sahibi olmak, çok eğlenmek, delili olmak, kanıtı olmak, hastalığı olmak, şansına/ihtimaline sahip olmak, nezle olmak, aşık olmak, tutulmak, vurulmak, alkol almak, içki içmek, ziyafet çekmek, çok fazla yemek, tıka basa yemek, kavga etmek, dövüşmek, münakaşa etmek, tartışmak, (birşeye) kabiliyeti/yeteneği olmak, sevmek/beğenmek, denemek, teşebbüs etmek, zılgıt atmak, denemek, olasılığı/ihtimali yüksek olmak, sohbet etmek, muhabbet etmek, iyi günler, aklı başında olmak, iyi bilmek, derin bilgi sahibi olmak, iyi eğlenceler, iyi tatiller, iyi yolculuklar, iyi hafta sonları, parmağı olmak, akşamdan kalmak, (birşeyi yapmakta) zorlanmak, zorluk çekmek, merhametli olmak, anlayış göstermek, sıkıca tutmak, bloke edilmek, büyük etkisi olmak, içine doğmak/içine öyle gelmek, gülmek, konuşmak, bakmak, muayene etmek, çok ilgisi/alâkası olmak, söyleyecek çok şeyi olmak, aklına koymak, ucuz kurtulmak, ucuz atlatmak, iyi günler, iyi tatiller, (filmde, vb.) rol almak, gözünde canlandırmak, haklı olmak, malum olmak, içine doğmak, hemen yüzüp çıkmak, dalıp çıkmak, kısa süreyle tecrübe etmek, -e hakkı olmak, (stadyumda, vb.) en ön sırada oturmak, tartışmak, münakaşa etmek, atışmak, söz sahibi olmak, denemek, şansı olmak, duş almak, duş yapmak, payı olmak, kuvvetli etkisi olmak, güçlü tesiri olmak, yeteneği/becerisi olmak, ciddi ciddi konuşmak/bir kenara çekip konuşmak, ilgisi/merakı olmak, derin bilgisi olmak, çok iyi bilmek, (birşeyde) söz hakkı olmak, söz hakkına sahip olmak, zaafı olmak, (birşeye karşı) zayıf olmak, kalkışmak, (biriyle) konuşmak/ciddi konuşma yapmak, şanslı/talihli olmak, avantajlı/üstün olmak, etki yapmak/göstermek, sezmek, öngörmek, tekrar denemek, bir kez daha denemek, yerinde duramamak, gidip yapmak, elinin altında olmak, geri getirmek, tekrar davet etmek, yanında olmak, arkasında olmak, -iyor, -uyor, -üyor, -ıyor, tecrübeli, deneyimli, kaybedecek vakti olmamak/yapacak daha iyi şeyleri olmak, kahvaltı etmek, kahvaltı yapmak, iş yapmak, ortak çalışmak, akşam yemeği yemek, kuşkulanmak, şüpheleri olmak, güvenmemek, şüpheleri olmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
have a tendency kelimesinin anlamı
sahip olmaktransitive verb (own) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He has a big house and two cars. Büyük bir eve ve iki otomobile sahiptir. |
sahip olmaktransitive verb (feature: possess) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She has a very strong personality. The program has a delete button. Güçlü bir kişiliğe sahiptir. |
-meli, -malıverbal expression (must) I have to finish my homework. Ödevimi bitirmeliyim. |
(hastalığı) olmaktransitive verb (suffer from) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) She has the flu right now. Şu anda gribi vardır. |
geçirmektransitive verb (experience) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My sons are having an adventure in South America. |
sahip olmaktransitive verb (children, siblings: be related to) (çocuk) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They have two daughters and a son. |
sahip olmak, -si olmak, -si bulunmaktransitive verb (mentally: have in mind) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She has a lot of plans. Bir sürü planı vardır. |
almaktransitive verb (obtain) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Could I have another cup of tea, please? Bir bardak daha çay alabilir miyim lütfen? |
yemektransitive verb (eat, drink) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) I had a drink and a biscuit. |
-miş, -mışauxiliary verb (used in perfect tenses) We have won the race. I've been waiting here for hours. |
zengin olmak, varlıklı olmakintransitive verb (be wealthy) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Those who have, don't always understand those who have not. |
almak, teslim almaktransitive verb (receive) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Have you had your exam results yet? |
birlikte olmaktransitive verb (slang (have sex with) (cinsel anlamda) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He's never had a girl before. |
yaptırmak, ettirmektransitive verb (arrange, cause) I need to have my car fixed. Arabamı tamir ettirmem gerekiyor. |
izin vermektransitive verb (permit, allow) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He won't have such behaviour in his presence. |
bildirmektransitive verb (declare, assert) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Legend has it that the lakes are the footprints of a giant. |
misafir etmek, konuk etmektransitive verb (invite, entertain) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We're having his parents over for the holidays. |
(position of body parts) |
gibi görünmek, gibi gözükmekverbal expression (person: seem) (kişi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I appear to have lost my umbrella. |
alakadar olmak, ilgilenmekverbal expression (consider, be concerned with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have your best interests at heart. |
kontrolü eline almakverbal expression (figurative (have control) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If he thinks he can lead the team better, let him have the driver's seat. |
iddiada bulunmakverbal expression (achievement: assert) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Weston claimed to have invented a new method for producing copper. |
zor bir işi olmakverbal expression (informal, figurative (have a hard task ahead) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The house Joe and Maggie have bought needs a lot of renovation; they certainly have their work cut out for them. |
zorunda olmak, mecbur olmak, mecburiyetinde olmaktransitive verb (informal (must) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) I have got to leave now. |
doğurmak, çocuk doğurmak, doğum yapmak, çocuğu olmakverbal expression (give birth) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The Apollo Hospital is the safest and best place to have a baby. |
çocuk sahibi olmakverbal expression (become parents) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) My good friend told me that he and his wife plan to have a baby soon. |
çok eğlenmekverbal expression (informal (enjoy oneself immensely) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Thank you for a wonderful party; we all had a ball! |
delili olmak, kanıtı olmakverbal expression (legal: have evidence) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The judge has to decide if the prosecution have a case. |
hastalığı olmakverbal expression (be ill) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sue has a case of mild pneumonia. |
şansına/ihtimaline sahip olmakverbal expression (have opportunity) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Johnson has a chance at another world title. |
nezle olmakverbal expression (be suffering from the cold virus) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I don't feel like going out today because I have a cold. |
aşık olmak, tutulmak, vurulmakverbal expression (be attracted to: [sb]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Wendy had a crush on a boy in her class. |
alkol almakverbal expression (drink [sth] alcoholic) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He is quite talkative tonight; I wonder if he's had a drink. |
içki içmekverbal expression (socialize in a bar, pub, etc.) (barda, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Why don't we go and have a drink to remember the good old days? |
ziyafet çekmekverbal expression (eat celebratory meal) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The family had a feast to celebrate Chinese New Year. |
çok fazla yemek, tıka basa yemekverbal expression (figurative (eat a lot) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We had a feast of homemade pasta and meatballs. |
kavga etmek, dövüşmekverbal expression (physically: with [sb]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Jack had a fight with another boy, and now he has a black eye. |
münakaşa etmek, tartışmakverbal expression (figurative, informal (argue) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He's in a bad mood because he had a fight with his wife. |
(birşeye) kabiliyeti/yeteneği olmakverbal expression (be talented) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Laura has a flair for garden design. |
sevmek/beğenmekverbal expression (like [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have a fondness for chocolate chip ice cream. |
denemek, teşebbüs etmekverbal expression (informal (try [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'd never been water skiing before so I decided to have a go. |
zılgıt atmakverbal expression (slang (attack verbally) (argo) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Elena had a go at her husband for being late. |
denemekverbal expression (informal (try) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Harry was having a go at solving the crossword puzzle. |
olasılığı/ihtimali yüksek olmakverbal expression (be likely to succeed) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have a good chance of winning the race. |
sohbet etmek, muhabbet etmekverbal expression (converse at length) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I had a good chat with an old friend down at the market yesterday. They hadn't seen each other for years and welcomed the chance to have a good chat. |
iyi günlerinterjection (pleasantry) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) The shopkeeper greeted me with a cheerful "Have a good day!" |
aklı başında olmakverbal expression (figurative (be sensible) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I don't mind him dating my daughter. That boy has a good head on his shoulders. |
iyi bilmek, derin bilgi sahibi olmakverbal expression (be informed about) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Taxi drivers have to have a good knowledge of all the local streets. |
iyi eğlencelerverbal expression (enjoy yourself, have fun) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Whenever I go out with friends we all have a good time. I hope you have a good time in Spain! |
iyi tatillerinterjection (pleasant holiday) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) |
iyi yolculuklarinterjection (safe journey) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) |
iyi hafta sonlarıinterjection (used to wish [sb] a pleasant weekend) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Have a good weekend, and I will see you on Monday. |
parmağı olmakverbal expression (informal (be involved) (bir işte, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Wilson scored one goal and had a hand in two others. |
akşamdan kalmakverbal expression (after too much alcohol) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Please don't breathe so loudly; I have a hangover. |
(birşeyi yapmakta) zorlanmak, zorluk çekmekverbal expression (experience difficulties) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Be kind to her - she's having a really hard time right now. |
merhametli olmakverbal expression (informal, figurative (be compassionate) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Have a heart and consider making a donation to this worthwhile charity. |
anlayış göstermekinterjection (informal, figurative (be more compassionate) (mecazlı) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Have a heart! Timmy's only a child and didn't mean any harm. |
sıkıca tutmakverbal expression (grasp firmly) (bir şeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Sally had a hold on the horse's reins. |
bloke edilmekverbal expression (account: be blocked) (hesap, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Any check I deposit has a hold on it for 7 days. |
büyük etkisi olmakverbal expression (informal, figurative (exert control) (birisi üzerinde) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) In New Jersey, Democrats have had a hold on the Senate seats for many years. |
içine doğmak/içine öyle gelmekverbal expression (informal (suspect, sense) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have a hunch that the show will be cancelled; they haven't sold many tickets. |
gülmekverbal expression (UK, informal (enjoy a joke, be amused) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We didn't mean to hurt his feelings, we did it just to have a laugh. |
konuşmakverbal expression (informal (discuss [sth] sensitive) (hassas bir konuyu) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Young lady, I think it's time you and I had a little talk. |
bakmakverbal expression (look at) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) These family photos are great. Have a look. |
muayene etmekverbal expression (examine, inspect) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Let the doctor have a look at your rash. |
çok ilgisi/alâkası olmakverbal expression (be due to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) His success has a lot to do with his father's business connections. |
söyleyecek çok şeyi olmakverbal expression (openly share one's opinions on) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) As a working mother, she has a lot to say about childcare facilities and unpaid, unscheduled overtime. |
aklına koymakverbal expression (think about doing) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have a mind to tell your parents about what you've been doing. |
ucuz kurtulmak, ucuz atlatmakverbal expression (experience a brush with danger) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Mary had a narrow escape when a car nearly hit her. |
iyi günlerinterjection (pleasantry) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Thank you for shopping here; have a nice day! Have a nice day, he said as I left. |
iyi tatillerinterjection (enjoy your vacation, holiday) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Here are your tickets, Sir. Have a nice trip! |
(filmde, vb.) rol almakverbal expression (be partly responsible) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Lewis denied having a part in the attempted murder. |
gözünde canlandırmakverbal expression (figurative (visualize) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The architect had a picture in his mind of what the finished building would look like. |
haklı olmakverbal expression (be right about [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Gudrun has a point; we should leave early tomorrow in order to avoid the traffic. |
malum olmakverbal expression (foresee in a vision) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Lucy had a premonition in a dream that Alan would die in a motorbike accident. |
içine doğmakverbal expression (foresee [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Miguel had a premonition of the earthquake the day before it happened. |
hemen yüzüp çıkmak, dalıp çıkmakverbal expression (informal (go for quick swim) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Joachim had a quick dip in the lake before lunch. |
kısa süreyle tecrübe etmekverbal expression (figurative (experience briefly) (bir şeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I had a quick dip into Zen Buddhism when I was about eighteen years old. |
-e hakkı olmakverbal expression (be entitled to [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You have a right to representation by a lawyer. // I'm going to say whatever I want to; I have a right to free speech. |
(stadyumda, vb.) en ön sırada oturmakverbal expression (figurative (be near the action) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The water boy has a ringside seat to the football game. |
tartışmak, münakaşa etmek, atışmakverbal expression (UK, informal (quarrel) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) They had a row about his staying out all night. |
söz sahibi olmakverbal expression (influence outcome) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The assessor will have a say in how the money is spent. |
denemekverbal expression (informal (try) (bir şeyi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I'd never even seen snow but I thought I´d have a shot at snowboading on the easy slopes. |
şansı olmakverbal expression (informal (have chance) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You have a shot at winning the lottery. |
duş almak, duş yapmakverbal expression (wash oneself under water spray) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I think I'll go and have a shower. |
payı olmakverbal expression (be affected by outcome) (bir şeyde) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We all have a stake in the future of our country. |
kuvvetli etkisi olmak, güçlü tesiri olmakverbal expression (make a big impact) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Bright colors have a strong effect on mood. |
yeteneği/becerisi olmakverbal expression (be naturally good at) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Steve has a talent for drawing; his portraits are particularly good. |
ciddi ciddi konuşmak/bir kenara çekip konuşmakverbal expression (discuss) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you want to renovate your kitchen, you should have a talk with my brother: he did it last year. |
ilgisi/merakı olmakverbal expression (like) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I've always had a taste for the high life. |
derin bilgisi olmak, çok iyi bilmekverbal expression (be an expert in) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have a thorough knowledge of the subject. |
(birşeyde) söz hakkı olmak, söz hakkına sahip olmakverbal expression (have opinion heard) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Everyone had a voice in the decision-making process. |
zaafı olmak, (birşeye karşı) zayıf olmaktransitive verb (be fond of) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Jill has a weakness for chocolate. That's why she has trouble dieting. |
kalkışmakverbal expression (colloquial (make an attempt) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The photocopier was broken, so Linda decided to have a whack at fixing it. "Do you know how to do this?" - "No, but I'll have a whack." |
(biriyle) konuşmak/ciddi konuşma yapmakverbal expression (informal (discuss) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The boss had a word with Bill about his chronic tardiness. |
şanslı/talihli olmakverbal expression (informal (be lucky) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You won the lottery? Some people have all the luck. |
avantajlı/üstün olmakverbal expression (figurative (be better) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He always uses superior materials in order to have an edge on the competition. |
etki yapmak/göstermekverbal expression (make an impact) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Advertising takes a lot of money to have an effect. |
sezmek, öngörmekverbal expression (suspect, sense) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We had an inkling that the film might be a success, but we weren't sure. |
tekrar denemekverbal expression (informal (try again) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Gary wasn't happy with his first attempt so he decided to have another go. |
bir kez daha denemekverbal expression (UK: informal (game: take further turn) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you throw a six, you move six squares and then have another go. |
yerinde duramamakverbal expression (figurative, slang (fidget) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She has ants in her pants, that girl. She never sits still! |
gidip yapmakverbal expression (slang (attempt [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you think you can do a better job, just have at it! |
elinin altında olmakverbal expression (have [sth] available) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) If you don't have a car at your disposal, getting a job is very difficult. |
geri getirmek(something: be returned) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Dad wants me to have the car back by supper time. |
tekrar davet etmek(person: invite again) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) After they left, we decided never to have them back again. |
yanında olmak, arkasında olmakverbal expression (informal, figurative (be ready to defend) (birisinin) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
-iyor, -uyor, -üyor, -ıyorverbal expression (present perfect: be) (yakın geçmiş) I have been studying for three hours now; I need a break! My mother's been a doctor for twenty years now. |
tecrübeli, deneyimliverbal expression (informal (be experienced) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He's been around and knows what to expect. Çok tecrübeli bir adam, neyle karşılaşacağını biliyor. |
kaybedecek vakti olmamak/yapacak daha iyi şeyleri olmakverbal expression (find [sth] a waste of time) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have better things to do than play golf all day. I have better things to do than to argue with you. |
kahvaltı etmek, kahvaltı yapmakverbal expression (eat morning meal) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have breakfast at 7 every morning. |
iş yapmakverbal expression (do business with) (birisiyle) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He has dealings with representatives of foreign companies. |
ortak çalışmakverbal expression (informal (associate with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Parker had dealings with known gangsters. |
akşam yemeği yemek(eat evening meal) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I think the whole family should have dinner together at least once a week. |
kuşkulanmak(not be convinced) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) She explained where she was last night but I still have doubts. |
şüpheleri olmak(not be convinced) (bir şey hakkında) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Ferguson had doubts about Paul Scholes making it as a footballer. |
güvenmemek(not trust) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Although people told Paula that Jenkinson was trustworthy, she still had doubts. |
şüpheleri olmak(not trust) (birisi hakkında) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have met Carla's new boyfriend and I have doubts about him. |
İngilizce öğrenelim
Artık have a tendency'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
have a tendency ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.