İngilizce içindeki for so long ne anlama geliyor?

İngilizce'deki for so long kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte for so long'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki for so long kelimesi için, için, için, için, -e, -a, (almak) için, -den beri, için, yerine, lehine, lehinde, -den dolayı, yüzünden, nedeniyle, göre, çünkü, için, amacıyla, -e doğru, için, için, nedeniyle, sebebiyle, onuruna, şerefine, için, için, rağmen, karşın, konusunda, hususunda, sorumluluğunda, boyunca, için, -e, -a, alana, adına, namına, fiyatına, mesafesinde, olarak, anlatmak, açıklamak, izah etmek, hesap vermek, sebep olmak, neden olmak, toplamı olmak, dolaylı yoldan elde etmeye çalışmak, -den sorumlu olmak, hesaba katmak, randevu ayarlamak, randevu vermek, talep etmek, gerektirmek, tahmin etmek, istemek, oluşturmak, ihtiyacını karşılamak, iyi anlamak, hesap etmek, hesabını yapmak, dikkate alınırsa, sorumlu, özlemek, hasretini çekmek, özlemek, teşekkür etmek, vekalet etmek, azarlamak, ilanla aramak, reklam, propaganda yapmak, ulaşmaya çalışmak, -i hedeflemek, desteklemek, taraftar olmak, destekleyen, -e hazır, olanak sağlamak, kızgın olmak, öfkeli olmak, sorumlu, yükümlü, zıt anlamlı kelime, karşıt anlamlı sözcük, savunmacı, müdafi, özür dilemek, özür dilemek, af dilemek, af dilemek, özür dilemek, kötü taklit, savunma, müdafaa, yardım istemek, yardım talep etmek, yardım başvurusunda bulunmak, temsil etmek, istek, arzu, başvurmak, müracaat etmek, işe başvurmak, iş başvurusu yapmak, iş başvurusunda bulunmak, uygun, münasip, uygun, münasip, savunmak, iddia etmek, ileri sürmek, ayarlamak, -e gelince, bana gelince, istemek, istemek, aranmak, kefaretini ödemek, izin vermek, müsaade vermek, oylama yapmak, paranın karşılığını verme, değiş tokuş etmek, pazarlık etmek, değiş tokuş etmek, ile tanınmak, adını/ismini birinden almak, beklemeye değmek, beklemeye değer olmak, ateşli bir şekilde desteklemek, yalvarmak, için yalvarmak, meyil, eğilim, temayül, teklif etmek, fiyat teklif etmek, teklif vermek, yarışmak, fatura çıkarmak, suçlamak, sorumlu tutmak, elde etmeye çalışmak, giden, kaderinde olmak, kendini hazırlamak, kendini hazırlamak, ara vermek, bütçeden para ayırmak, bütçeden ödenek ayırmak, olmasa, merak, ilgi, görüşürüz, görüşmek üzere, simge, çağrı, davet, talep, istek, ihaleye davet, gerekli olmak, lazım olmak, uygunsuz olmak, kampanya yürütmek, sabırsızlanmak, sevmek, ilgi duymak, bakmak, bakımını üstlenmek, bakımlı, kendine bir yer edinmek, kendine bir yer edinmek anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

for so long kelimesinin anlamı

için

preposition (intended, designed)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
The small fork is for your salad, the large one for the main course.
Küçük çatal salata için, büyüğü ise ana yemek için kullanılır.

için

preposition (appropriate to)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
This is an ideal book for a young girl.
Bu kitap çocuklara göre değildir.

için

preposition (in order to benefit: [sb])

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
Will you do a favour for me? Hillary Clinton stumped for Obama in several States.

için

preposition (in [sb]'s opinion, for [sb]'s tastes)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
That movie was too long for me.
Bu film benim için çok uzundu.

-e, -a

preposition (for the purchase of)

He only paid ten dollars for that shirt.
Bu gömleğe sadece on dolar ödedi.

(almak) için

preposition (in order to get)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
He went out for some milk. He'll be back soon.
Süt almak için dışarı çıktı. Birazdan döner.

-den beri

preposition (time: duration)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She was gone for four hours. I've been learning Chinese for two years.

için, yerine

preposition (in [sb]'s place, instead of [sb]) (birisi)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
I don't want to do his work for him.
İşini onun yerine ben yapmak istemiyorum.

lehine, lehinde

preposition (in favour)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He was for the plan, but his wife was against it. He is for the liberal candidate for mayor.

-den dolayı, yüzünden, nedeniyle

preposition (because of)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He received extra homework for swearing in class.
Sınıfta küfretmesinden dolayı kendisine ceza olarak ek ev ödevi verildi.

göre

preposition (compared to a standard)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
It's warm for this time of year.
Yılın bu zamanına göre hava oldukça ılık.

çünkü

conjunction (formal, written (because, since)

(bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").)
I know he's guilty, for I saw him do it.

için, amacıyla

preposition (with the purpose of)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
I bought some cloth for making costumes.

-e doğru

preposition (with a destination of)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
This train is heading for London.

için

preposition (intended for: [sb]) (birisi)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
All these gifts are for you.

için

preposition (expressing a wish) (dilek belirtme)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
Oh, for a bowl of soup right now!

nedeniyle, sebebiyle

preposition (because of)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
He left, for fear of being laughed at.

onuruna, şerefine

preposition (in honour of)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
The church held a memorial service for the victims of the earthquake.

için

preposition (in order to achieve or attain) (başarmak, kazanmak)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
For an early arrival in Paris, you will need to take the express train.

için

preposition (in order to save or preserve) (korumak, kurtarmak)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
We're fighting for our freedom!

rağmen, karşın

preposition (despite)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
For all her nagging, she's a great wife.

konusunda, hususunda

preposition (in regard to)

She has a gift for crosswords.

sorumluluğunda

preposition (responsibility of) (birisinin)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
That's for me to determine, not you.

boyunca

preposition (to the extent of)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The line outside the ticket office went on for miles.

için

preposition (introducing an infinitive phrase)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
It may be time for him to resign.

-e, -a

preposition (ratio) (oran)

The players were one for three in shots on goal.

alana

preposition (ratio: sales) (satışta oran)

There is a three for one sale on summer clothing.

adına, namına

preposition (representing)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
The CS in his name is for Charles Saunders.

fiyatına

preposition (at a price of)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Melons are now two for a pound in the market.

mesafesinde

preposition (indicating distance)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
I ran for three blocks before I caught him.

olarak

preposition (indicating one in a series)

We're visiting here for the second time.

anlatmak, açıklamak, izah etmek

phrasal verb, transitive, inseparable (explain)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
How do you account for the fact that no one can confirm your alibi for that night?

hesap vermek

phrasal verb, transitive, inseparable (justify)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We were asked to account for our actions.

sebep olmak, neden olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (cause)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She wondered what could account for his sadness.

toplamı olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (be total of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Women in Britain now account for almost half of the workforce.

dolaylı yoldan elde etmeye çalışmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative (try to obtain indirectly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Angling for a raise, Darren worked overtime for several weeks in a row.

-den sorumlu olmak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (face consequences)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He's committed a crime and he'll be forced to answer for it.

hesaba katmak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (expect to get)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
When I married my wife, I hadn't bargained for the fact that her mother would also come to live with us.

randevu ayarlamak, randevu vermek

phrasal verb, transitive, separable (make appointment)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've booked you in at midday for a cut and blow dry.

talep etmek

phrasal verb, transitive, inseparable (demand, request)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The senator called for an investigation. The judge's bailiff called for silence in the courtroom.

gerektirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (require)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The recipe calls for brown sugar, not white sugar. The situation calls for a calm, deliberate response.

tahmin etmek

phrasal verb, transitive, inseparable (forecast)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The forecast calls for clear skies and warm temperatures.
Yarın havanın sıcak ve açık olacağı tahmin ediliyor.

istemek

phrasal verb, transitive, inseparable (seek help) (yardım, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
John called on his friends for support.

oluşturmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (career, etc.: build up)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She's succeeded in carving out a nice career for herself in marketing.

ihtiyacını karşılamak

phrasal verb, transitive, inseparable (provide for [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This restaurant does not cater for vegans.

iyi anlamak

noun (figurative (instinctive ability to detect [sth]) (bir şeyden)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He has a great nose for good books.

hesap etmek, hesabını yapmak

(count up)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He could account for every penny he had spent.

dikkate alınırsa

expression (considering)

Even accounting for the bad weather, the number of visitors to the park has been very low.

sorumlu

(obliged to justify) (davranışlarından, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Students are accountable for their behavior in school.

özlemek, hasretini çekmek

(figurative (yearn for)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After many years abroad, Bob ached for his homeland.

özlemek

(figurative (yearn for)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Helen ached for the man she could not be with.

teşekkür etmek

transitive verb (thank [sb] for)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The president acknowledged her contributions in a ceremony.
Başkan, tören için yaptığı katkılardan dolayı kadına teşekkür etti.

vekalet etmek

intransitive verb (substitute) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I will have to act for my absent brother.

azarlamak

verbal expression (reprimand for doing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The teacher admonished the student for being late to class yet again.

ilanla aramak

(solicit via advertisement)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Linda was struggling to pay her mortgage, so she decided to advertise for a lodger.

reklam

noun (promotion of [sth])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Bob's first acting role was in an advertisement for jeans.

propaganda yapmak

(strive to make happen)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The political party is agitating for a change in leadership.

ulaşmaya çalışmak

(figurative (try to reach, achieve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The students aim for high marks during examinations.

-i hedeflemek

(try to hit: a target)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Aim for the center of the target.

desteklemek, taraftar olmak

preposition (informal (completely in favour of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was all for getting ice cream after classes.

destekleyen

preposition (everyone in favour of)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
All for the motion, say "Yes".

-e hazır

adjective (ready, prepared)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Are you all set for opening night?

olanak sağlamak

(make provision)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We must make room to allow for expansion.

kızgın olmak, öfkeli olmak

expression (cross with [sb]) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I am angry with my sister for taking my book.

sorumlu, yükümlü

(accountable for [sth])

Is the government answerable for this economic crisis?
Bu ekonomik krizden hükümet mi sorumludur?

zıt anlamlı kelime, karşıt anlamlı sözcük

noun (word with opposite meaning)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The antonym of "severe" is "moderate." Can you think of an antonym for "reverential"?

savunmacı, müdafi

noun (person who publicly defends [sth])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

özür dilemek

(say sorry for [sth]) (bir şey için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Mark apologized for the delay in replying to my email.

özür dilemek, af dilemek

verbal expression (say sorry to [sb] for [sth]) (birisine bir şey için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You ought to apologize to Stephen for the way you treated him yesterday.

af dilemek, özür dilemek

verbal expression (say sorry to [sb] for doing [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jane apologized to me for calling me a liar.

kötü taklit

noun (poor example)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Frankly, this place is an apology for a hotel.

savunma, müdafaa

noun (formal (apologia: defence of [sth], [sb]) (birisini)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The biography reads as an apology for its subject's crimes.

yardım istemek, yardım talep etmek

(ask for help)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She appealed for his help.

yardım başvurusunda bulunmak

verbal expression (ask for help)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The state governors appealed to the President for help in stopping the riots.

temsil etmek

(represent in court) (mahkemede birisini)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Your Honor, I'm James Alfred III, appearing for the defendant.

istek, arzu

noun (figurative (desire)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Frank has an appetite for luxury cars and stereo equipment.

başvurmak, müracaat etmek

(request formally)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Thomas applied for a credit card.
Kredi kartı almak için başvurdu.

işe başvurmak, iş başvurusu yapmak, iş başvurusunda bulunmak

verbal expression (reply to employment advertisement)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My only task for today is to apply for a job.

uygun, münasip

(suited, right) (birisi için)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Books about the Sesame Street characters are appropriate for the under 7 set.

uygun, münasip

(suited, right) (bir şey için)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The treatment is appropriate for all types of hair loss.

savunmak, iddia etmek, ileri sürmek

(give reasons in favour) (birşeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The school principal argued for more teachers at the last board meeting.
Okul müdürü daha fazla öğretmene ihtiyaç duyulduğunu savundu.

ayarlamak

verbal expression (make preparations)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They arranged for a babysitter to take care of the children.
Çocukları için bir bakıcı ayarladı.

-e gelince

preposition (with regard to)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
As for this guy, I don't think he's going anywhere in life.

bana gelince

adverb (as far as I am concerned)

My husband is going to work. As for me, I will stay home and take care of the baby.

istemek

(request [sth] from [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The homeless woman asked me for money.

istemek

(request)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The policeman asked for my license and registration.

aranmak

(figurative, informal (invite: trouble) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I wouldn't do that if I were you! You're just asking for it.

kefaretini ödemek

(make amends for [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Christians believe that Jesus atoned for our sins.

izin vermek, müsaade vermek

(permit access) (birisine bir şey için)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Jack's boss authorized him for entry to the secured area.

oylama yapmak

(make selection by vote)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The club will ballot for new officers at the next meeting.

paranın karşılığını verme

noun (US, slang (value for money)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This computer is last year's model, but it has great bang for your buck.

değiş tokuş etmek

(exchange, pay for [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Frank bargained his old truck for a tractor.

pazarlık etmek

(haggle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Fiona bartered for a hand-woven blanket.

değiş tokuş etmek

(trade, exchange)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The refugees were obliged to barter their personal belongings for food.

ile tanınmak

transitive verb (be identified or famous for)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That restaurant is known for its excellent seafood.

adını/ismini birinden almak

verbal expression (be given the same name as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was named after my mother's best friend. The park was named for the town's mayor.

beklemeye değmek, beklemeye değer olmak

verbal expression (informal (be good enough to justify a delay)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's taken a long time to finish but it's been worth waiting for.

ateşli bir şekilde desteklemek

verbal expression (figurative (promote)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The environmental activist goes around the world beating the drum for energy reform.

yalvarmak

(implore [sb] for [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He keeps begging his mother for a new phone, but she says she can't afford it.

için yalvarmak

(plead to obtain)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)

meyil, eğilim, temayül

noun (inclination: in favour)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
His bias for attractive employees was obvious.
Adamın, alımlı çalışanlara olan meyli çok barizdi.

teklif etmek, fiyat teklif etmek

(auction: offer) (müzayedede, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He bid one hundred euros for the painting at the auction.
Adam müzayededeki tabloya yüz avro fiyat teklif etti.

teklif vermek

(offer services)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Three construction companies are bidding for the prestigious contract.

yarışmak

(compete) (bir şey için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Twenty competitors are bidding for the title of "World's Strongest Man".

fatura çıkarmak

(charge)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The lawyer billed him three hundred dollars for the service.

suçlamak, sorumlu tutmak

transitive verb (hold responsible)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Don't blame me! It wasn't my fault!

elde etmeye çalışmak

(try to get hold of [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

giden

(heading towards a place) (bir yere doğru)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The cruise ship was bound for New York.

kaderinde olmak

(figurative (destined for [sth]) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Luis always knew that he was bound for fame and fortune.

kendini hazırlamak

verbal expression (figurative (prepare for shock)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Everyone is bracing themselves for the foot of snow forecast for tonight.

kendini hazırlamak

verbal expression (prepare for impact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Seeing that there was no way to escape, Joel braced himself for the blow of the other man's fist.

ara vermek

(pause, interrupt activity)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After an hour's discussion, the committee broke for a coffee and a bite to eat.

bütçeden para ayırmak

(allocate money for [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Ophelia budgeted for a small economy car, not a full-sized sedan.

bütçeden ödenek ayırmak

(money: allocate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The agency has budgeted 10 million dollars for humanitarian aid.

olmasa

adverb (were it not for)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We would never have won but for your help.

merak, ilgi

noun (figurative, informal (interest)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There has been a lot of buzz this season for plaid skirts.

görüşürüz, görüşmek üzere

interjection (informal (see you soon)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
It's getting late and we have a full day planned for tomorrow, so let's say bye for now.

simge

noun (epitome, synonym)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The Italian city of Milan is a byword for fashion.
İtalya'nın Milano şehri modanın simgesidir.

çağrı, davet

noun (appeal)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The principal's call for action followed a number of problems at the school.

talep, istek

noun (uncountable (demand)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There's little call for typewriter repair these days.
Bu günlerde daktilo tamirine olan talep oldukça azdır.

ihaleye davet

noun (business: invitation to bid)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

gerekli olmak, lazım olmak

verbal expression (necessary or appropriate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When the bleeding did not stop, a trip to the hospital was called for.

uygunsuz olmak

verbal expression (be inappropriate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Your comment about your neighbor's wife was not called for.

kampanya yürütmek

(promote a cause) (bir şey için)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Women were campaigning for the right to vote.

sabırsızlanmak

verbal expression (figurative, informal (be impatient for) (bir şey için)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I can't wait for this day to be over.

sevmek

(have romantic feelings for)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Juliana still cares for Simon after all these years.

ilgi duymak

(like, approve of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Even though they are no longer together, Sarah still cares for her ex-husband as a friend.

bakmak, bakımını üstlenmek

(take care of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Will you care for me in my old age?

bakımlı

adjective (looked after, tended to)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Your garden looks well cared for.

kendine bir yer edinmek

verbal expression (figurative (find your role, trade)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

kendine bir yer edinmek

verbal expression (figurative (find your role, trade) (bir işte/alanda)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

İngilizce öğrenelim

Artık for so long'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.