İngilizce içindeki at a standstill ne anlama geliyor?
İngilizce'deki at a standstill kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte at a standstill'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki at a standstill kelimesi -de, -da, -de, -da, -de, -da, -de, -da, üzerinde, doğru, iken, -e, -a, yaparak, konumunda, yaşında, yaşındayken, -de, -da, karşılığında, -leri, -ları, becerikli, usta, işinin ehli, doğrultmak, nişan almak, hedeflemek, amaçlamak, yönelik olmak, birden, aniden, birdenbire, hepsi birden, hep birden, hiddetli, kızgın, öfkeli, kızgın olmak, öfkeli olmak, kızgın, öfkeli, her an, (bir yere) varmak/ulaşmak, belirli bir vakitte, indirimli olarak, ilk bakışta, hemen, daha sonra, sonraki bir zamanda, zararda, şaşkın, kârla, kâr ile, hiç, hiç de, ne pahasına olursa olsun, her zaman, kaç para olursa olsun, ne pahasına olursa olsun, her neyse, ne zaman olursa, her an, mesafede, bir kol boyu uzaklıkta, uzakta, en iyi ihtimalle, gün ağarırken, rahat olmak, rahatta durmak, rahat, rahat, hatalı, ilk başta, başlangıçta, ilk görüşte, eldeki, el altındaki, olması yakın, özünde, alakadar olmak, ilgilenmek, evde, kendi sahasında, kendi evindeki, evinde ağırlama, tartışılan/üzerinde konuşulan, genel olarak, kaçak, bağımsız, nihayet, sonunda, en sonunda, en nihayet, en azından, en azından, en azından, uzun uzadıya, en nihayet, olsa olsa, geceleyin, hiçbir zaman, öğlen, karşıt görüşte, ile çelişkili, ile anlaşmazlık içinde, hemen, derhal, aynı anda, saat 1'de, bir an, bir zamanlar, aynı anda, barışık, huzurlu, şu anda, şu an, rastgele, çalışmazken, hareketsizken, hareketsiz halde, tehlikeye, tehlikede, okulda, üniversitede, okul çağında, açık denizde, şaşkın halde, bir noktada, risk altında, ek olarak, ilaveten, ve sonra, o anda, o zamanlar, o zaman, arkada, başta, başında, başlarda, en önde, hemen, hemencecik, sonunda anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
at a standstill kelimesinin anlamı
-de, -dapreposition (location) (yer) He's at home right now. Kendisi şu an evde. |
-de, -dapreposition (time) (zaman) The train leaves at nine o'clock. Tren saat dokuzda kalkıyor. |
-de, -dapreposition (event) She's at a meeting. Kendisi şu an toplantıda. |
-de, -dapreposition (spoken (in email address: @, at sign) You can reach me at "Fred Smith at email dot com". |
üzerindepreposition (in, near) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) My dog always sits at my chair and begs for scraps. |
doğrupreposition (toward) (edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").) There were hundreds of birds coming at us from all directions. |
ikenpreposition (condition) (edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").) We don't burn many calories at rest. |
-e, -apreposition (cause) (bir şey nedeniyle) He smiled at the thought that he would see his long-distance girlfriend in just a few days. |
yaparakpreposition (manner) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We drove off at a good speed. |
konumundapreposition (quality) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) You have got to see the house at its best. |
yaşında, yaşındaykenpreposition (age) At 18 she moved in with her boyfriend. |
-de, -dapreposition (skill) (bir konuda beceri) I'm no good at chess. |
karşılığındapreposition (in exchange for) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Apples are on sale at a dollar per pound. |
-leri, -larıpreposition (habitual time) Kevin works at night. The elderly couple always take a walk at 4 PM. |
beceriklinoun (informal (person skilled at [sth]) (kişi) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) My sister's coming to put up some shelves for me. She's a dab hand at DIY. Kız kardeşim rafları kurmama yardım edecek. 'Kendin Yap' konusunda çok beceriklidir. |
usta, işinin ehliadjective (skilled) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She's very adept at helping people develop their strengths. |
doğrultmak(try to hit) (silahı, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Although he aimed the arrow at the bull's eye, he hit the outside ring every time. |
nişan almak(try to hit) (birşeye, birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Nathan was aiming at the target with his .40-caliber pistol. |
hedeflemek, amaçlamak(figurative (have as a goal) (mecazlı) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Jack's aiming at becoming the president of the company someday. |
yönelik olmak(figurative, often passive (have as intended audience) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The movie is aimed at a younger audience. |
birden, aniden, birdenbireadverb (suddenly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) All at once, I heard a noise in the kitchen. |
hepsi birden, hep birdenadverb (simultaneously, at the same time) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The guests cried "Surprise!" all at once. |
hiddetli(cross about [sth]) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He was angry about his son's failure. |
kızgın, öfkeli(cross with [sb]) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Doris is angry with her lazy husband. |
kızgın olmak, öfkeli olmakexpression (cross with [sb]) (birisine) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I am angry with my sister for taking my book. |
kızgın, öfkeli(irritated, angry) (birisine, bir şeye) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I'm annoyed at my brother for leaving the room in such a mess. |
her anadverb (without warning) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Bill should arrive any moment to give us a ride to the airport. |
(bir yere) varmak/ulaşmak(figurative (conclusion, etc.: reach) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The mathematician worked to arrive at the answer. |
belirli bir vakittepreposition (UK (at a particular time) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
indirimli olarakadverb (at a reduced price) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The student card allows you to buy train tickets at a discount. |
ilk bakıştaadverb (with one quick look) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
hemenadverb (figurative (quickly, rapidly) (mecazlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
daha sonra, sonraki bir zamandaadverb (later) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We agreed to discuss the matter again at a later time. |
zarardaadverb (losing money) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) They must be selling these at a loss, the prices are so low. |
şaşkınadjective (informal (unable to understand) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She was at a loss to explain what had happened. |
kârla, kâr ileadverb (gaining financially) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Alan repairs second-hand cars and then sells them at a profit. |
hiç, hiç deadverb (in the slightest) I don't mind at all if you want to smoke. |
ne pahasına olursa olsunadverb (by whatever means) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At all costs, you must finish the work by Friday. |
her zamanadverb (all the time, constantly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Please keep your hands and arms in the car at all times. |
kaç para olursa olsunadverb (whatever the cost) Bob was willing to buy the painting at any price. |
ne pahasına olursa olsunadverb (figurative (whatever sacrifice is required) Yvonne wanted to win the game at any price. |
her neyseadverb (anyway, in any case) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I didn't want to go to the party at all, but it's over now, at any rate. |
ne zaman olursaadverb (whenever convenient) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) You can call me for help at any time. |
her anadverb (without warning) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I like my desk to face the door, because I know my boss may walk in at any time. |
mesafedeadverb (figurative (at safe distance) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He has lied to me before, so I keep him at arm's length now. |
bir kol boyu uzaklıktaadverb (literal (at end of your arm) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The wild deer stood at arm's length from us. |
uzaktaadverb (at a distance) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I wasn't ready to talk to my boss, so Jan kept him at bay for as long as she could. |
en iyi ihtimalleadverb (at the most) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) It won't be ready until tomorrow at best. |
gün ağarırkenadverb (early in the morning; daybreak) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
rahat olmakverbal expression (relaxed) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I am more at ease when my boss is not in the office. |
rahatta durmakverbal expression (not standing at attention) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The troops were at ease on the parade ground. |
rahatadverb (stand: not at attention) (askeri duruş) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The captain ordered the soldiers to stand at ease. |
rahatadjective (comfortable) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Chris was very friendly, and I instantly felt at ease with him. |
hatalıadjective (responsible, to blame) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
ilk baştaadverb (to begin with, in the beginning) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At first, it was just pitch black, then his eyes got used to the darkness and he began to see some features of the cave. |
başlangıçtaexpression (initially) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) It was a good plan at first glance, but later we realized it was a dud. |
ilk görüşteadverb (instantly, immediately) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At first sight, the town looked boring. |
eldeki, el altındakiexpression (nearby, conveniently close) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I keep a torch at hand because of the frequent electricity cuts. |
olması yakınexpression (figurative (imminent) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) With Christmas at hand, we are very busy in the shop. |
özündeadverb (in essence) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Tyler makes a lot of mistakes, but he is a good person at heart. Marilyn's always been an animal lover at heart. |
alakadar olmak, ilgilenmekverbal expression (consider, be concerned with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I have your best interests at heart. |
evdeadverb (in own house) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I left my wallet at home. |
kendi sahasındaadverb (sport: in own ground) (ev sahibi takım) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The team have never lost at home. |
kendi evindekiadjective (in own house) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Josie is hoping to have an at-home birth. |
evinde ağırlamanoun (US (reception in own house) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Charles is hosting an at-home in his new apartment. |
tartışılan/üzerinde konuşulanadverb (being discussed, in question) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) At issue here are the psychological origins of criminal behaviour. |
genel olarakadverb (as a whole, in general) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Proceeds from the fundraiser will benefit the population at large. |
kaçakadjective (escaped) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The murderer is still at large. |
bağımsızadjective (role: free-ranging) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Besides the chair and treasurer, the board also includes five members at large. |
nihayet, sonunda, en sonunda, en nihayetadverb (finally) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At last, I've finished writing that report! |
en azındanadverb (no less or fewer than) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Mary needs at least £1,000 to pay for her holiday. |
en azındanadverb (if nothing else) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He lost his job, but at least he still has a home. His wife left him, but at least she left him the furniture. |
en azındanadverb (at the minimum) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Please at least wash the dishes! |
uzun uzadıyaadverb (extensively, in detail) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) He explained his financial situation to me at length. |
en nihayetadverb (after a long while) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At length, Joyce looked up from her book. |
olsa olsaadverb (and no more, not more than) A newly imported vehicle may be used for three months at most before it becomes liable to tax. It will take 10 minutes at the most. |
geceleyinadverb (during the nighttime) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Bats only feed at night. My cat is often the most alert and playful at night. |
hiçbir zamanadverb (never, not at any point) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At no time did Bob leave the house that evening. |
öğlenadverb (at 12 o'clock midday) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) My brother is due to arrive at noon. The office closes at noon for lunch. |
karşıt görüşteadverb (in disagreement) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The couple were at odds over which car to buy. |
ile çelişkiliadjective (not corresponding) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Your opinion is at odds with the facts. |
ile anlaşmazlık içindeadjective (person: disagreeing) (birisi) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
hemen, derhaladverb (immediately) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) When Beth saw how ill her son was, she called the health centre at once. |
aynı andaadverb (at one time: simultaneously) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I can't clean the house and take care of the children at once. |
saat 1'deadverb (at one o'clock) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We went for lunch at one. |
bir anadverb (at a given moment) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At one point, I thought we might even get married. |
bir zamanlarexpression (once, at some point in the past) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At one time you were allowed to buy milk straight from the farmer. |
aynı andaexpression (at once: simultaneously) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I was trying to do three things at one time, and failed the three. |
barışıkadjective (in agreement) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) After years of conflict the two countries are at peace. |
huzurluadjective (free from anxiety or trouble) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I'm at peace now that the divorce is final. |
şu anda, şu anadverb (currently) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At present, there are six students enrolled in the phonetics course. |
rastgeleadverb (in arbitrary way) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Study participants were selected at random. |
çalışmazken, hareketsizkenadverb (in a relaxed state) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Researchers measured the man's brain activity while he was at rest. |
hareketsiz haldeadverb (not moving) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The truck was at rest when the accident occurred. |
tehlikeyeadverb (in danger) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Driving while drunk puts people's lives at risk. |
tehlikedeadjective (in danger) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Urban women in the age group of 30-45 years have emerged as an at-risk population for heart diseases. |
okuldaadverb (attending classes) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Sara isn't home right now; she's at school. |
üniversitedeadverb (US (at university) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
okul çağındaadjective (UK (of school age) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
açık denizdeadverb (on the open water) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The old sailor loves to recount his adventures at sea. |
şaşkın haldeadjective (figurative (disorientated) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Clara was all at sea in the advanced calculus class. |
bir noktadaadverb (at an unspecified moment) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At some point, we'll need to decide whether the project is worth continuing. |
risk altındaadverb (at risk) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) You need to make sure you do the job correctly because your professional reputation is at stake! |
ek olarak, ilavetenexpression (in addition) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The car is too expensive, and it's ugly at that. |
ve sonraexpression (and then) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At that, the chairman ended the meeting. |
o andaadverb (at a specified instant in the past) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At that moment, I realized that she truly loved me. I was about to tell her, but at that instant the phone rang. |
o zamanlar, o zamanadverb (during a specified past period) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I was born in 1999. At that time my father was a captain, but now he is a major. |
arkadaadverb (in, towards the rear) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We went to the cinema and sat at the back. |
baştaexpression (at the starting point) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) A sentence should have a capital letter at the beginning. |
başındaexpression (at the starting point of) (bir şeyin) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) In the old days, most of the credits were shown at the beginning of a movie. |
başlardaexpression (initially, to start with) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) At the beginning, I was mistrustful of John, but I have grown to like and respect him. |
en öndeadverb (figurative (at the forefront) (mecazlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
hemen, hemencecikexpression (at the least provocation) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) That girl is so emotional, she'll start crying at the drop of a hat. |
sonundaadverb (at [sth]'s conclusion) (filmin, vb.) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I haven't seen the film yet; don't tell me what happens at the end. |
İngilizce öğrenelim
Artık at a standstill'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
at a standstill ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.